2 Mart 2010 Salı

isvecre

her türk insaninin, hatta ne türk’ü, neredeyse tanidigim tüm avrupalilarin da hayatinda en az bir kere yapmis oldugu bir hata isvec ve isvicre’yi karistirmak.

- isvec hangisiydi ya?
- iyice soguk olan.

isvicre nedense bize daha tanidik, daha yakin, adi gecti mi herkesin aklina ya saat, ya cukulata, ya daglar, ya heidi, en cok da kara para & gizli hesaplar gelir ama isvec deyince soguk ve uzak bir memleketten baska cok bir sey canlanmaz cogumuzun gözünde. amaaa ama ya benim gözümde? :p

neyse o konuda yillardir basinizin etini yedim zaten, gerekiyorsa buyrun burdan yakalim. ama bana kalirsa gerekmez. surda biz bizeyiz neticede (:

efendim sonunda allem ettim kallem ettim turistlikten baska bir sifatla kendimi stockholm’e attim. aylarca ugrastiran kagit-kürek, organizasyon, hazirlik vs. islerinden sonra exchange ögrenci kisvesi altinda KTH elektronik mühendisligi bölümünde islemlerimi yapacak ofisin acilmasini bekliyorum. sicak sicak (:

...

hemen basliyorum 1 mart 2010 itibariyle baslayan maceralarima: cok konforlu, hatta düdük niederrhein havaalanina yaptigim en stressiz yolculugun sonunda, ryanair beni sasirtarak bagajlarimi kilosuna bakmadan hop diye aldi. ucakta en önemli kagitlari(kabul belgesi, ders secimleri vs) koydugum dosyayi evde unuttugumu farkettim. neyse hatice’ye is cikti herhalde diyerek düsünmemeye calistim. o tipide kanatlar oyuncak gibi sallanirken ucagin düseceginden hic bu kadar emin olmamistim ama yine de cok rahat indik. ve stockholm sehir merkezine gidecek olan otobüse kendimi atmamla otobüsün kalkmasi bir oldu.

t-centralen'e vardigimizda cebimde bir sürü euro ve önceki seyahatlerden kalma 70 kronla önemli bir secim yapmak durumunda kaldim. param ya burger king'de bir menüye veya bagajlarimi birakmayi planladigim kilitli dolaplara yetiyordu. cünkü eurolari degisecek ofislerin tümü kapaliydi. karnim cok ac olmasina ragmen gayet kisa süre düsündükten sonra esyalari birakmaya karar verip dolaplarin basina geldim. nasil oluyormus bakayim derken bir de ne göreyim. bozuk para üstü verilen kücük gözde bir 10 kron beni bekliyor. (: bu ulvi 10 kron tabi ki mali durumumu degistirmeye yetmeyecekti ama bana herseyin yolunda gidecegini haber veren kücük bir göz kirpi$i gibi geldi o anda. (ayni anda batili ve batil inancli olunabiliyor mu acaba? keh keh..)

neyse efendim gecenin 11'inde sadece el cantam ve bilgisayarimi alip önceki seyahatimden kalan son 1 metro bileti ile slussen'e varip, karlar arasinda sigarami tüttüre tüttüre ailemizin hostelleri rygerfjord ve red boat mälaren'in bulundugu söder mälarstrand'a yollandim. bu iki hostel de stockholm'ün en merkezi yerlerinden birine, slussen'e yürüme mesafesinde, su üzerindeki teknelerden olusuyor. son gelisimde yer ayirtip kalmadigim red boat'a daldim, 3 ispanyol kizla paylastigim minik kamarada güzel bir uyku cektim. (1'i 20 gece kizlardan birinin kayip telefonunun bulundugunu haber veren polis telefonunu saymazsak. adam bi de simdi gelip alacak misiniz diye sordu, acaba gercekten polis miydi? descartes bize her seyden süphe etmemizi ögütlemistir. hicbir seyden süphe etmedigim günler ne güzelmis.. :)

sabah kahvaltimi da hostelde yaptiktan sonra (gece o kadar ac kaldiktan sonra haketmistim canim) okulun yolunu tuttum. bu arada okula telefon edip önemli sandigim belgeleri evde unutmamin sorun olmayacagini ögrendigim icin biraz daha sallanarak ve keyif icinde gidebildim.

okulda hicbir sorunla karsilasmadan evimin anahtarini aldim, kahvemi sigarami icip, bölümdeki koordinatörlerimle tanistim, gerekli imzalari attim, belgeleri aldim. bu arada ingilizce'den cok almanca konustum! burda herkes alman yav!? daha sabah hostel'de kahvalti ederken cantalarimi iki alman kiza emanet etmistim, okulda da koordinatörlerden biri ve memurlardan bazilari alman cikti. koordinatörlerden digeri de türk oldugu icin ofiste bir ara tam bir dil kaosu yasandi ((: iceri ilk girdigimde frau schubert'le almanca konusmaya basladik, sonra oguzhan girdiginde türkce selamlastik, onlar kendi aralarinda isvecce konusmaya basladilar, derken her ücümüzün de anladigi tek ortak dil olan ingilizce'de bulusmayi basardik! (:

ay yine uzattikca uzattim, neticede ana istasyondan esyalarimi alip, trene atlayip yeni yuvama ulastim. ama o fleminsberg tren istasyonundan yurda kadar normalde 5 dakika sürecek yolu 40 kilo esyayla 45 dakikaya gelisim var kii.. onu ne ben anlatayim ne siz okuyun.. o bile nesemi kacirmadi, hafif kar yagisi altinda hic canimi sikmadan atlattigim bir güc gösterisi oldu ((:

sonra komsularla ilk tanisma, ilk alisveris ve yemek.. kollarim ve bacaklarimda acayip bir yorgunlukla mis gibi yatagimda yaziyorum bunlari. simdilik hersey cok yolunda. dünden beri "ya her sey bu kadar iyi gidemez, simdi düsüp pekmezi akitacagim herhalde" diyorum sürekli ((:

daha bitmedi, öyle kolay degil.. fotograflar ve kahramanimizin diger maceralari bir sonraki fasikülde.. (:

3 yorum:

Deniz dedi ki...

Kokoyu ozledin mi? Bizi ozledin mi peki?

Sana bi haberimiz var: Biz kokoyu kacirdik. Su anda Eindhoven'de ustalarin yaninda harc kariyor, tugla diziyor. Kuyruguna biraz cimento bulasti ama onun disinda iyi kendisi.

Eger onu tekrar gormek istersen bize gelebilirsin.

ranable dedi ki...

ben sizi cok özledim. kökö'yü de fena.

benim de size bir haberim var. ozan elimde, kici biraz buza yapisti ama onun disinda iyi kendisi.

eger onu tekrar görmek isterseniz birak gelsin demeniz yeterli, onunla mi ugrasicam ben ya!

Deniz dedi ki...

Bence kicini yavas yavas cek buzdan. Ozana Jackass in ilgili bolumunu hatirlat, o anlar gerisini.

Ve sal gelsin, biz burda onu bordurle fayansla koltukla perdeyle mesgul ederiz.