5 Ekim 2011 Çarşamba

internetler

internetler hem uhu(yapistiran), hem duvar(ayiran), hem iletisim, hem yalnizlik araci olmus iyice. o kadar nicknamelerimiz, bin cesit web sitesinde, bin türlü gercek ismimizi tasimayan hesabimiz var. yine de surada bile hepimiz biz bizeyiz aslinda. bazen insan ben yazayim ama kimse bilmesin istiyor. sahsen ben gidip sexyboy89 gibi yeni bir hesapla ugrasmaya üsendigim icin de bazi seyleri ya yazmiyorum, ya da yazdigima pisman oluyorum. eksi sözlük gibi olusumlar bu yüzden cok sevdigimiz seyler sanirim. bizi hic tanimayan, hakkimizda bir fikri olmayan cok fazla kisiye ulasip aklimizdan gecen en abuk subuk seyleri anlatabiliyor, hic bir geri bildirim almasak bile en azindan bir kac kisinin okudugunu düsünerek saftirik saftirik seviniyoruz. tabi her platformda tanidik bildikler arttikca yazilanlar oto sansüre ugrayip yine kusa dönüyor ve özgürce yazabilecegimiz yeni bir platform ariyoruz. facebook arkadaslarim arasinda sülalemin önemli bir kismi, twitter listemde babam var, kimi zaman bir seylere ana avrat düz gideyim desem de 3 kez düsünüp vaz geciyorum. yazmaya cekindigim veya oto sansüre ugrayan tek sey küfür veya müstehcen icerik degil tabi, icimden gecenleri anlatmak bile eskisinden zor olmaya basladi, bloga daha az ugramaya baslamam da ondan mi acaba? bence o tembellikten. gezip gördügüm bana kalsin, yedigimi ictigimi anlatsam blog ihya olmustu be!

mesela bugün bir iki baska arkadasla beraber yeni isyerinde ilk günümüzdü, patron bize mahallenin dönercisinden pizza ismarladi. sirket dolusu alman, adama telefonda siparis vermeyi beceremeyeceklerini bildikleri icin siparisleri alper verdi. benim vejetaryen pizzayi söylemeye sira geldiginde dönerci "abi o ne? ben onu yapamam" demis, bizimki "abi sen mantar koy, biber koy, misir filan takil" diye zar zor razi etmis adami (: eve dönünce de annanemin kirki diye irmik helvasi yaptim. fena da olmadi ha. bugün aglamaya daha cok hakkim varmis gibi geldi, ama bir faydasi olmadi. beni hoyrat bir makasla eski bir fotograftan oymuslar sanki.

19 Eylül 2011 Pazartesi

anlamiyorum ki

milyon tane i$im var. tez yazmaya basla, sinava calis, i$ ara, i$ bulunca ev ara, ev bulunca ta$in, $imdiden evi toparlamaya ba$la, sap kursunda aslini astarini ögrenmeden cevapladigin tüm konulari bir ara ögren, ehliyet sinavina gir de al artik su ehliyeti, is bulunca vizeni uzat, son iki sinavinin pesini birakma dersleri takip et, kiki'ye biraz zaman ayir, spor yap, tasinmadan camasir makinesiydi, elektrik süpürgesiydi evin eksiklerini tamamla, falan, filan. ama hicbirinin anlami yokmus gibi. aklimda bir tek soru var. benim annanem nasi ölür ya?

dolapta bi kavanoz cilek receli.

29 Temmuz 2011 Cuma

to do

blogumu özlüyorum. ama su anda yapmam gereken en son seylerden biri oturup havadan sudan yazilar yazmak oldugu icin, sanki bu aralar önemli islerime egiliyormusum gibi sessizligimi koruyorum. son 3 haftadir yazma hakkimi da asker mektubu icin kullandigimdan bloga anca sira geldi.

bilmem blogdaki to do listem is yogunlugumu kaldiracak mi. en önemli ve kisa vadeli iki i$im pazartesi girecegim sinav ve i$ arayi$im. hayirlisiyla istifayi bastim. i$ bulursam ekim'e, bulamazsam türkiye'ye kadar. kasim'da vizem bitiyor cünkü. bulurum bulurum.

bugün dortmundumuzun sayili IT sirketlerinden birine is görüsmesine gittim. iki departman $efiyle görüstüm (hangi departmanlar oldugunu tabi ki söylediler ama, ben tabi ki 30 saniye icinde unuttum). aynen birkac hafta önce nurcan'la is basvurulariyla ilgili tüyolar almak icin gittigimiz finans danismani kadinin söyledigi gibi iyi polis / kötü polis rolünde karsima ciktilar. kadinin söyledigine göre suratsiz olana odaklanip her seyi ona anlatmaya baslar, kendini illa ona begendirmek istersen, bu güclü bir kisilik karsisinda ezilmen anlamina geldigi icin hos karsilanmazmis. yani cok gerekmedikce suratsiz olanla muhatap olmayip ne$eliye odaklandim. gerci o da sevimli olacagim diye sürekli o kadar garip bir bicimde gülümsüyordu ki, joker gibi adama bakip gülmemek zaten elde degildi. eger ikinci bir görüsmeyi hakettigime karar verirlerse bir de teknik teste tabi tutulacakmisim. bana kalirsa ben tam i$e göreyim ama adamlar ne der bilmiyorum. hayirlisi mayirlisi diyoruz.

o zaman cok uzatmadan yatayim da, öglen erken kalkar calisirim.

23 Haziran 2011 Perşembe

yol

yine bir seyahat, yine bir ryanair bileti ve yine yeni yeniden bir sinir harbi. her seferinde tövbe edip, yine de abuk fiyat ve uçuş saatlerine kanıyorum ya şu şirketin, aşkolsun bana. bi kere allahın unuttuğu havaalanı weeze'ye ulaşmak her seferinde uçuşlarımdan çok daha uzun sürüyor. hele ki bugünkü gibi deutsche bahn katkısı da varsa. dur ben fazla uzatmadan size talihsizliğin kitabını yazayım:

* dün gece yurt çapında (öğrenci yurdu) yılın en büyük partisi vardı. giden gelen derken hazırlık ve uykuya geçiş faslı 3'ü buldu.

* cehennemin dibinden 1'de kalkacak uçuş için sabah 9'da trene binmeliydim. duş için 8'de kalktım ve sıcak su akmıyordu. 3 yılda ikinci kez? ilkinde sel olmuştu.

* neyse deyip trene bindim, ilk aktarmadan sonra bir takım vandallar tarafından hasar verilen raylar yüzünden yarım saat geciktik. Sonraki treni bir dakikayla kaçırdığım için bir saat beklemek zorundaydım.

* bavulu karıştırırken yanıma boarding kartı çıktısı diye tezin abstractını aldığımı farkedip tatil günü krefeld sokaklarında internet kafe aramaya başladım. ne de olsa daha önümde 50 dakka vardı.

* internet kafeyi buldum, yazıcısı yoktu.

* sokağa çıkıp gökyüzüne doğru yumruklarımı sallayarak bağırdım. (yok yok yalan, sora o.)

* hangar gibi büyük, garip bi eski kitapçıya dalıp kimse yok mu diye seslenerek raflar arasında yürüdüm. florasanlar titriyodu. içerden kemik gözlüklü, hafif kambur bi asosyal çıktı. bilgisayarını ve yazıcısını ücretsizcesine kullanmama izin verdi. allah razı olsun tüm geek ve freaklerden, ne varsa onlarda var.

* ryanair web sitesi ile uzun süre boğuştuktan sonra uçuştan kısa süre önce boarding kartımı yazıramadığımı gördüm. alana vardığımda gecikme yüzünden tekrar checkin yaptıracak zamanım olmayacaktı, diyelim ki oldu, kıytırıktan bir checkin için 40 euromu hacılayacaklardı.

* dünki partinin ardından akıbetini bilemediğim ev arkadaşım sandra'yı aradım. evdeydi ve tariflerimle iş bilgisayarımdan boarding kartımı bulup bana mail atacak kadar ayıktı!

* mutlu sona yaklaşıyoruz değil mi? çıktılarla istasyona dönüp trene bindim. şimdi havaalanı shuttle'ındayım. uçağa bile binebileceğim gibi gözüküyor.

* olur da bu uçak filan düşerse, ki hiç küçük bir ihtimal değil bence, işte o zaman ben de yumruklarımı kaldırıp gökyüzüne doğru iki çift laf ederim, siz de mezarıma sardunya ekersiniz. bu yazı da efsane olur haa!

öptüm.
Published with Blogger-droid v1.7.2

8 Haziran 2011 Çarşamba

chipperfield postasi iv

bugün kisa ama ibret verici bir öyküyle yine karsinizdayim. entrikasi, macerasi bitmez köy chipperfield'dan bir bukle daha anlatayim dedim. the boot'un müdavimlerinden cok sevdigim k.'nin basina gelenleri gec ögrendim, o arada pot kirmis olma ihtimalim cok yüksek, ama bunu artik hicbir zaman bilemeyecegiz dostum.

k. onu tanidigimda 40 yaslarindaydi. ayaklarini hic kullanamiyor, kollari ve elleriyle cok kisitli hareketler yapabiliyordu. medeni bir ülkede, dogru dürüst bir hayat sürebilen sansli bir insan oldugu icin elektrikli-tekerlekli sandalyesini ve hatta sandalyesiyle rahatlikla girip cikabildigi rampasiyla koca bir minibüs olan arabasini kullanarak pub'a geliyor, ona özel kulplu bardagini kullanarak birasini iciyor, muhabbetini ediyor ve evine gidiyordu. tüm pub ahalisi gibi alkollü araba sürmeye karsi herhangi bir tavrini veya önlemini görmemistim.

en yakin arkadasi peter ve onun karisi jannie de k. ne zaman pub'daysa orda olurlar, ona eslik ederlerdi. peter genellikle coook icip, coook sarhos olur, jannie de bikkinlikla ikisini alir götürürdü. arada bir evlerini temizlemeye ve cocuklarina göz kulak olmaya evlerine gittigimde gördügüm kadariyla peter ve jannie ingiltere standardina göre oldukca zor yasayan tiplerdi. evi ne kadar derleyip toplasan, temizlesen de bir türlü bir seye benzemez ya, öyle iste.

$u üc insanin her ictiklerinde, her birbirlerine baktiklarinda gözlerinde okunan cikaramadigim bir sey vardi, bir gün peter yine cok ictiginde anlatti. genclikleri de beraber gecen bu üc kafadar yine bir icip ucma seansinin sonunda eve dönerken agir bir kaza yapmislar. k. kazadan sonra sakat kalmis. peter arabayi kullandigi icin kendisini hic affetmemis, jannie'ye de mümkün oldugunca normal bir hayat sürebilmeleri icin o ikisini cekip cevirmek kalmis. kazanin üzerinden kac yil gecmisti bilmiyorum ama ücü de coook yorgun görünüyordu.

evet orko, bu bölümümüzde ne ögrendigimizi sana tekrarlatmamin bir alemi yok herhalde?

12 Nisan 2011 Salı

türkün deutsche post'la imtihani

bugün kesin karar verdim, yukaridaki (veya büyük alman hükümeti) deutsche post isimli kurumu sirf beni sinamak icin hayata gecirmis. bir iki ay önce pasaportumu kimlikten saymayarak, adima gelen gönderiyi bana teslim etmeyen postacisiyla kavgamin üstüne bugün tüy diktiler, alasini yaptilar. izmir'den iadeli taahhütlü gönderilen mektubumu havada kaybetmeyi basardilar!

icinde gidis dönüs ucak biletim olan mektubun 2 nisan'da istanbul-frankfurt ucagina bindigine emin gibiyim, ama almanlara kalirsa bu mektup o ucaktan hic inmedi. ucak biletim ucaktan düstü anlasilan :(

bugün yaptigim 8-10 türkiye+almanya telefon görüsmesinden sonra vardigim sonuc bu. cuma günü eve gidebilmek icin patronla kapismalarim, yolculuk planlarim ve yaptigim tüm hazirliklari da ekstra bir 250 euro'yu yeni bir ucak biletine vererek taclandirmis oldum.

peki burada bitiyor mu? hayir. yeni bilet almaktan baska carem kalmadigini düsünerek isyerinden cikmis otobüs duragina dogru yürüyorum. "böyle i$ler de hep beni buluyor ha!" diye söylenmekteyim. o anda yüzüme islak bir damla düstü, sonra kafama bir kac damla daha. hava günlük güneslik! "noluyo yaa?" diye kafami kaldirdim, evet koca mavi gökyüzünün minicik bir parcasinda yogunlasmis gri bulutlardan tepeme yagmur yagiyor! birisi anlatsa inanmam. ne yabalim, sinirim bozuldu güle oynaya otobüs duragina geldim. düsündükce gülüyorum hala.

gücün bana mi yetiyo lan!?!?

7 Nisan 2011 Perşembe

naniş'e kitap yagdiralim kampanyasi!

bana dünyanin en güzel seyini hediye etti. kitap okuma aliskanligimi yavas yavas yitiriyorum, kici kirik polisiye romanlardan baska bir sey okuyasim gelmiyor diye oldukca üzülüyordum ki, bir dünya kitap birdenbire cebime girdi. daha geleli 1 hafta olmusken 2 kitap bitirdim bile.

ilk secimlerim de tabi ki favorim dosto'dan oldu. varligindan haberdar bile olmadigim iki kisa romanini okumus oldum. tabi bu bakimdan cok okuyabilmek pek de iyi olmuyor cünkü bir kez rus klasiklerinden okumaya basladigimda da baska bir sey okuyasim gelmiyor, okudukca da o hastalikli karakterler gibi düsünmeye basladigimi farkediyorum.

izmir'de calistigim zamanlarda suc ve ceza'yi okurken bir cumartesi sabahi beni toplantiya cagirdiklarinda yol boyu sacma sapan seyler düsünmüstüm: "bugün nöbetim yok, simdiye kadar hic bir toplantiya da cagrilmadim. benim gibi sefil bir ögrenciyi niye cagirsinlar ki, toplantiya? yoksa dün gece patronun balkon kapisini acik unuttugumu mu farkettiler? halbuki her gece kapilari pencereleri kontrol ederim, ilk kez unuttum. aksilige bak! kesin fark ettiler ve simdi kim bilir neler olacak. ah nanişka! nasil bu kadar saf olabildin? o bir sey söylemeden velinimetim k. bey'den af dilesem! evet evet beni affedecektir.." hahahayyt! (: resmen böyle raskolnikov kiliginda gezdigim günler oldu. (ve tabi ki toplanti kel alaka bir konudaydi)

müzik de caliyo bu meret, daha denemedim ama. yol olsa da gitsek.

2 Şubat 2011 Çarşamba

iyilik yap, deniz'e at!

gecen haftadan beri basima olmayacak isler geliyor. özetle: cuma günü yasanan bir paket macerasi var ki evlere senlik. pasaportumu kimlik olarak kabul etmeyen postacinin paketimi bana teslim etmemesiyle deliri$im, ardindan haftasonu misafir patlamasi, dortmund'da en sevdigim pub'in kapanacaginin farkinda olmadan kapanis partisine katilmam, konusma yetenegimi yitiri$im ($ebnem $erah!), pazartesi posta servisiyle kavga ederken otobüste cüzdanimi düsürdügümü farketmemem, sali cüzdana yine kavusmam falan filan falan filan!

cüzdani kaybettigimi farkettigimde ilk aklima gelen sey "bugüne kadar o kadar cok sey bulup sahibine ulastirdim ki, o cüzdan bana geri gelecek" oldu. gerzekce ama, bir umuttur ya$atan bayram'i*! bu sefer tuttu, bi daha denemeyi düsünmüyorum.

* ...hiçbir kere hayat bayram olmadı ya da, her nefes alışımız bayramdı, bir umuttu yaşatan insanı... misralarini sahnede "bir umuttu yasatan bayrami" diye söyleyen devrim abime burdan öpücüklerimi gönderiyorum. ben de yazinin basligini tanidigim en tatli bikac deniz'e ithaf ediyorum.

13 Ocak 2011 Perşembe

can bedenden cikmayinca*

efendim müsadenizle bugün sizlere giysi bedenlerinden bahsetmek istiyorum. hani $u biri digerini tutmayan, her ülkede farkli oldugu yetmiyormus gibi, artik her ülkede her markanin bulunmasi yüzünden yanyana iki dükkanda farkli olan bedenler.

bugün sabah 7.30 civari bos vaktim vardi bu konuyu düsündüm. $öyle bir sonuca vardim. hepiniz bilirsiniz ki zara, mango gibi ispanyol markalari bir seyi begenip de denemeye kalkmayagörün, insani deli ederler. italyanlar deseniz ondan beter. sanki hepimiz milano moda haftasinda boy göstermeliymisiz gibi, eti budu yerinde normal bir kadini yenge de genismis kategorisine sokarlar. 40 bedenin, L'nin altina düstünüz mü kendinizi son derece formda hissedebilirsiniz. yahu insan XL bir sey denerken kolundan ba$indan cart diye ses gelir mi? insaf! iste can bedenden cikmayinca, zevzeklik de artiyor gördünüz. etkisi yikici. i$in kötüsü sanirim türkiye'de de durum bundan farkli degil. tabi bizde yurtcapinda bir standart da olmadigi icin -muhakkak vardir ama gel de tuttur- genellemek daha zor.

ama bakin almanlara, isveclilere, hollandalilara, insani mutlu etmekte üstlerine yoktur. girersiniz bir has alman dükkanina, gercekten formdaysaniz 0 beden olarak cikarsiniz. "ay biraz fazlam da var ama" diyorsaniz yine de 36-38 olabilirsiniz. 40 ne arkadasim? iki ki$i gireriz biz ona?

fransizlar herhalde arada kalmis ve normal olmuslar, kendilerine masallah diyor ve bir sonraki paris moda haftasinda görüsmek üzere iyi günler diliyorum. ingiliz ve amerikalilara ise zaten hic girmiyorum, onlarin ne dedigi bile belli degil. 3-5 bi$eyler!

simdi buradan cikarttigim sonuca bakalim: kuzey avrupalilar bu konuda daha rahat, giysinin icine siki$ tepi$ girmekten ho$lanmiyorlar, buna gerek de duymuyorlar. güneylilerde bir delilik var. cok derinlemesine girmiyorum simdi, cünkü anlamiyorum. yalniz $öyle bir his var icimde, güneyliler daha bir "ti$ikkirlir sipirmin" olduklari icin böyle. kücülün de cebime girin ulan!!

fikri olan varsa buyursun yazsin.

ranable'den büyük hizmet! sizin icin kestim yapistirdim!

* bu arada söylemeden gecemeyecegim, baris manco'nun bu sarkisini da nasil sevmem belli degil!

11 Ocak 2011 Salı

chipperfield postasi iii

eveet gelelim bir sonraki hikayemize. dram degil de gerilim-macera olsun bu yazinin konusu da. daha önce söz verdigim gibi hayatimda kendimi en cok tehlikede hissettigim anlardan birini anlatayim. yaaa öyle gerilirsiniz.

the boot'ta calismak genellikle cok zevkli, bazen de insanlarla yapilan her is gibi sikintiliydi. elalemin agiz kokusunu cekmek diye bir tabir var ya, bir de elin sarho$unun derdini cekmek olunca dadindan yenmiyor. yine de köy ahalisi genellikle kimin ne mal oldugunu bildigi icin terso bir durum oldugunda duruma müdahale etmekte gecikmezdi, özellikle patronum nigel ben daha bir terslik oldugunu ilk hissettigim anda dibimde bitiverir, ki$ki$lanacak veya pi$pi$lanacak kimseye dogru tedaviyi tatbik ederdi.

elbette pub'a az da olsa gelen birkac belali tip vardi. belali dediysem öyle deri ceketli ergen filan gelmesin akliniza, bildigin koca koca evli barkli adamlar, gelip icer icer, iltifat sinirini asip taciz denebilecek denyolukta sözler sarfederlerdi. bunlarin en rahatsiz edici ikilisi de paul ve -nasil tiksinmissem- adini bile hatirlamadigim kankasi idi. kankasi dedigim pickurusunun önde gideniydi. bu ikili nadir de olsa pub'a gelip, dakka bir hemen ka$ göz isaretlerine, lüzumsuz $akalara ba$larlardi. hele bunlar biraz ictikten sonra, mümkün mertebe barin diger ucunda servis vermekte fayda vardi.

bir halloween aksami -benim meshur pavyon temali resimlerin cekildigi aksam- bütün pub calisanlari olarak 60 70lerin disko kiyafetleriyle bezenmeye karar verip kostümcüye gittik. bardaki 3 kiz i$il i$il, piril piril kiyafetlerimize ragmen, cakma elvis patronumuzun gölgesinde kaliyorduk diyeyim. bütün müsteriler de zevzeklikte sinir tanimayan kiliklariyla boy gösterince eglenceli bir aksam basladi. ama ilerleyen saatlerde, sanki her gün litre litre, galon galon icen onlar degilmis gibi bir "özel gün bugün, icip sapitmaliyiz" moduna girdi hepsi.

curcunanin ortasinda bir kac bardak kirilinca barin arkasindan cikip elimde bir firca ve fara$la kalabaliga karismak zorunda kaldim. tam mini elbiseyle sagima soluma mukayyet olmaya calisarak yerdeki cam kiriklarini temizliyordum ki bu pickurusu tepemde bitiverdi. kolumdan tutup pis nefesiyle kulagima abuk subuk laflar etmeye baslayinca kalabaligin icinden vinnn diye nasil barin arkasina kaciverdim bilemedim. yahu o zaman mi ürkekmisim bilmiyorum ama simdi de olsa adami ittirip kaktirir miyim emin degilim. en güzeli mümkünse olay mahallinden uzamak herhalde. o günden sonra da bu adamdan mümkün mertebe uzak durmaya calistim ama kader kismet sevgili okurlar.

sik sik bara gelen cok sevdigim bir arkadasim kipper* -o vakitler 60 yaslarindaydi- avusturalya'ya cocuklarini görmeye gitmeden önce bizim köyden biraz uzakta bir baska barda bir parti verdi. ben de o aksam calismama ragmen cikista ugramam icin cok israr etti, ben de kiramadim. is cikisi arabayla karanlik köy yollarindan bakina bakina mekani buldum, tabi orda icemedim ama e$ dostla hasbihal etmekten geri durmadim. gece gec bir saatte bana müsade diyerek kip'le vedalasip arabama binmek üzereydim ki, kipper tekrar arkamdan seslendi. "ya bu herif cok sarhos oldu, arabasiyla dönmeye kalkisiyor kesin yazilacak bir yere. sen götürüver bunu da hadi canim, hadi güzelim" diyerek bana ede ede o pickurusunu emanet etti! ben daha ama ama! diyemeden o p. arabanin yolcu koltuguna kurulmustu bile.

arabaya bindim, yola ciktik. asiri sisli bir aksamda, iyi bilmedigim, yolun yönünü ancak kenarindaki agaclar farlarla aydinlaninca görebildigim, ama sis yüzünden görüs mesafesi 2-3 metreye inmis karanlik köy yollarinda o 10 dakikalik yol bana bir saat gibi geldi. yolda icimden gecen "bu herif bir hareket yaparsa ne yaparim?", "zaten it gibi sarhos, bence ben bunu dövebilirim(o.c. askerdi bi de, nereye dövüyorsun?)", "arabayi birakip kosarak kacsam yolumu bulur muyum?" tarzi sorularla yolun sonuna geldik.

benim sokak köyün basindaydi, orda inip yürümekte israr etti, ben de memnuniyetle durdum. bizim pic kurusu arabadan inmeden önce duraklayip "ya ranable sen cok iyi bi insansin, ben seni bugüne kadar cok rahatsiz ettim, lütfen beni affet. essekler kovalasin ki bir daha öyle bir sey yapmayacagim." (yani buna benzer ingilizce deyimler, atasözleri) demesin mi!? ben de $a$kinliktan "hee sorun degil, olur öyle genc" deyince adam bana sarilmasin mi!? ama valla kötü niyetli degildi, sadece türklerin öpüjem iclenmesini o anda sarilma ile ifade etti sanirim. sonra da arabadan inip tipi$ tipi$ evinin yolunu tuttu, o günden sonra da düzeyli bir arkadasligimiz oldu. meraba meraba!!

yani aslinda gerilim hikayemiz mutlu sonla bitiyor, kusura bakmayin. siz tabi beni agzim burnum kirilmis, üstüm basim parcalanmis halde görmeyi bekliyordunuz degil mi? sizi gidi siziler! heheh..

evet orko bu maceramizda neyi ögrendik sence? özür dilemeyi ve affetmeyi bilen insanlari seviyore. (tamam hala pickurusu, o.c. filan diyorum da, ben o metamorfozdan önceki haline diyorum bak, sonra "adam" oluyor. hihih.)

* kipper'in bah$i$ niyetine israrla verip, sakin öbürleriyle paylasma bu senin paran diye de sikica tembih ettigi bir 5 pound ile aldigim 3 cd'lik koleksiyon rafimda, kendisi mavi$ gözleriyle kalbimdedir.

10 Ocak 2011 Pazartesi

ya$iyorum

evet hayattayim, ama yazacak hicbir seyim yok. iyi mi, kötü mü anlamadim. yani rahatsiz edici bir yani yok, asil bunun iyi mi, kötü mü oldugunu düsünüyorum. arada oluyor bu, sonra geciyor. $u gecenlerde gelen "en son ne zaman hic görmedigim bir yere gittim lan ben!?" paniginin disinda bir tatsizlik yok yani. bir de 8 kilo fazlanin verdigi bi agirlik var tabi. woanderslust'la ugrasayim iyisi mi.. yarin isten cikinca ikea'ya gidecek olmanin ve cuma aksamina azicik kalmasinin sevincini yasayayim bi yandan da. yazik la bana. hehehe. i$ti, okuldu, behzat c'ydi, ezel'di derken hayat geciyor kardee$$.. arsen lümpen olmayi seviyore.

ben ne zaman "kisa keseyim" veya "yazacak bir sey de yok ya" dediysem lafi uzattikca uzattim bugüne kadar, o yüzden hemen gidiyorum. :*

size de $öyle bir kiyagim olsun:

mordogan ayibaligi koyu