21 Kasım 2012 Çarşamba

geekoloji

meslegine bayilan bir ITci olarak özellikle IT sirketleri veya teknik islerde calisan insan stereotiplerinden bahsedesim geldi. gecen gün de üsenmeseydim bunlari yazacaktim ama iyi ki üsenmisim, uzadikca uzadi.

hani ITci denince akla gelen bir geek tiplemesi var ya, onlar gercekten var. tercihen gözlüklü, 20 yil öncenin modasini takip eden, yeni kiyafetlerinin de cogunu annesinin ($ansliysa karisinin) aldigini tahmin ettigim kisiler. kücücük evlerine teknik servis muamelesi yapip tavanlara kadar ne ise yaradigini tahayyül edemedigim cihazlarla doldururlar. buna ragmen tasinmak veya onlari bir düzene sokmak akillarinin ucuna dahi gelmez. evlerinde kendileri yönettikleri en az 1 sunuculari ve linux sistemlere karsi inanilmaz bir sevgi ve bagliliklari vardir. teknik konularda bir soru sormayagörün öyle detayli ve yüksek düzeyli bir cevapla karsilasirsiniz ki sordugunuza soracaginiza pisman olursunuz. bu bakimdan yaygin inani$ olan antisosyalliklerine katilmiyorum. yeter ki hangi konudan bahsedeceginizi bilin, isteseniz de susturamayabilirsiniz. iste böyle bazi spesifik konularda deniz derya olmalarina ragmen kazara "how i met your mother" filan derseniz "aaa ne zaman?" veya "annemin zaten sevgilisi var" diyecek kadar dünyadan kopuk da olabilirler. fakat IT Crowd'dan muhakkak haberleri vardir, baktiniz hic olmuyor oradan yürüyün.

adi yaniltmasin bir de sosyal geek tipi var ki, bahsi gecen klasik geek'ten cok farkli. bunlar yine bir sürü acayip konuda tonla bilgisi olan, ama ayni zamanda sosyal yetenekleri de cok kuvvetli oldugu icin geek gibi baymadan süper vakit gecirtebilen geek versiyonlari. futbol, arabalar vs gibi erkeklerin hoslandigi klasik konulardan bihaber davranip, baska konularda ansiklopedi gibi konusuyorlar. bu belli basli konulara ilgisizlikleri genellikle o kadar kuvvetli ki, gay mi acaba diye düsünmeye kadar gidiyor. cünkü gay cephesinde de böyle tepkisel bir sey var, neyse o da baska bir gevezeligin konusudur. üstelik bu sosyal yönü kuvvetli olanlar, güzel sözler söylemeyi, insanlardaki iyi taraflari övmeyi acayip iyi becerip insani iltifat etme ve edilme konusunda egitirler. hayranliklarini sadelikle dile getirebilen insanlara her zaman imrenmisimdir zaten.

bu arada ITciler bir yana, almanlarin genelinde olan bir hobby sevgisinden de bahsetmeden gecemeyecegim, sosyal ötesi olsun, antisosyal olsun her alman illa ki garip bir hobiye sahip. kimi yelken sporu yapiyor (ulan sehirde dogru dürüst nehir bile yok?! ne ara denedin de gönül verdin sen bu spora?), kimi evinde 8 tane tav$an besliyor, kimi masa yapiyor, kimi puzzle hastasi, kimi golf oynuyor, kimi 40 yasinda elektro gitar dersi aliyor, kimi bilgisayar oyunu, kimi masaüstü oyun/frp âlimi.. sorsan hicbirisi de hobilerim müzik dinlemek, kitap okumak demez. film izliyorum diyen cikabilir, o da hobisini o kadar profesyonelce idare eder ki sen "ben de bi iki film izlemistim" demeye utanirsin. adam koleksiyoner, ne var ne yok kataloglamis, zart diyorsun, 1957 ingmar bergman diyor. ne konusacaksin, otur dinle.

her meslekte oldugu gibi ITciler arasinda da mesleklerine büyük a$kla bagli olmayan, aksam evine gitmeyi iple ceken bir grup var. bakarsan i$ini layikiyla yapiyor, bilmesi gerekenleri biliyor, ama fazlasi umrunda degil. meslegi ki$iliginin önemli bir kismini olusturmuyor, bu yüzden de digerlerine göre biraz daha kapali kutu oluyorlar. cünkü elinde muhabbete nereden baslaman gerektigini gösterecek bir ipucu yok. yine de bunlara yeterince zaman verip, birdenbire üstlerine gitmeyince son derece saglam muhabbetciler cikabiliyor.

bir de diger meslek dallarinda da böyle mi bilmiyorum ama özellikle uzun vadeli ili$kisi olmami$ veya olmayan ITcilerin biraz cocuk gibi naif bir taraflari var, i$ di$indaki sorumluluklari gecistirip sadece zevk aldiklari ve kendilerini rahat hissettikleri ortamlarda olmak gibi bir güdüleri var. e kim öyle yapmaz ki degil mi, evet ama iste onlar diger ortamlarda tutunmayi pek beceremez durumda oluyorlar. tanimadiklari insanlarla iki cift lafi bir araya getirmekte zorlanabiliyorlar. sosyal ortamlarda ellerinden tutar, kimseye hissettirmeden yol yordam gösterirsen cok minnettar oluyorlar. aslinda bunlari götür üniversite arkadaslariyla bir bodrum kata kilitle, $ikir $ikir bir konser salonunda veya $ahane bir restoranda daha az tanidigi insanlarla birlikte olmaya tercih eder. gerci bunu ben de tercih ederim lan.

elbette sevgili meslektaslarim arasinda bunlardan baska tipler de var, hele kadinlara daha hic girmedim, ama simdi bir sayim yapip konuyu kapatacagim. 12 yillik calisma hayatimda 3 göbekli gözlüklü, 2 göbeksiz gözlüklü linux freak (linux kullanicisi degil, linux kadin olsa nikahi basacak adamlar bunlar) ile calistigim düsünülürse linux manyaklarinin gözlüklü oldugu sonucuna varabiliriz. bir baska muhtesem bilimsel istatistiki bilgiyi de böylece edindiniz. rica ederim, iyi günler.

16 Kasım 2012 Cuma

amaaaan

zaman hizli akiyor. aylardir hareketim durmuyor. aklimda 40bin tilki, bir sonraki hareketi hesapliyor. durmussam mutsuzum demektir. durdugum icin mutsuz degilim, mutsuz oldugum icin durmusumdur. aklim da durmustur. tilkiler cil yavrusu gibi dagilmistir. bir sonraki hareket anlamsiz, iki sonraki cok uzaktir. iste bloga yazasim bu duraklamalarda aklima geliyor ama yazmiyorum. cünkü kendim bile bayiliyorum böyleyken yazdiklarimdan, hööggff diye kapatip gidiyorum.

iste tam gazimi alma amacli olarak buraya kadar yazdiklarimi taslaklardan silip gidecektim ki bir de ne göreyim aaaa gündemdeki turk pop parcalari 150 bin kere calip baska hicbir sey calmayan radyo, birdenbire yüz yillik mirkelam sarkisi calmaya basladi, hatiralar. hani üzüldügüme üzülsem diyen (:

iste güzel bir baslangic diye ben buna derim, hani denize atilan avukatlar hesabi*

birazdan sirketten sevdigim insanlarla öglen yemegine gidiyorum, bugün cuma, yemekte balik var. evet hava hala -affiniza siginarak söylüyorum, ama bence gülersiniz- yarrak rengi, ama agaclarda hala sapsari yapraklar var. yemekten döndükten sonra 2-3 arkadasla yürüyüse cikacagim. turlarken m.'nin "özel bir soru sorabilir miyim? ya evet merakliyim ama havadan sudan bahsetmek cok sikici degil mi? hadi sen benim sorularimi cevapla" diyerek sordugu enteresan sorularini cevaplayacagim (:

dönünce de anlatacagim daha eglenceli seyler var bence. insallah üsenmem. amin.

3 Eylül 2012 Pazartesi

radiohead

hani dogup büyüdügünüz yerden ayrilirsiniz, siz degisirsiniz ama eski kendinizi orada muhafaza eder gibisinizdir. dönüp geleceginiz gün her sey eskisi gibi devam edecek gibidir.

aslinda yillar gectikce biraktiginiz yer de degisir, arkadaslariniz baska sehirlere gider, her gün ugradiginiz bakkal, yillardir hep ayni siparisi verdiginiz pastane el degistirir, bos arsalarin yerine apartman dikilir, bazi dükkanlar kapanir, yerine yenileri acilir. eski aliskanliklarinizi sürdürmek, selam verecek insan bulmak giderek zorlasir. bir gün bir bakmissiniz o cok tanidik yer de yabanci olmus. dönüp gelmek icin de bir sebep kalmamis.

bütün bunlarin radiohead'le ne alakasi mi var? bizim bakkali thom yorke isletiyordu.

25 Mayıs 2012 Cuma

uçuyorum ömerciğim vol.2

düsseldorf milano ucusu 150 euro
milano lugano servisi 35 frank
monte brè'ye otobüs 4,5 frank
fotograftaki surat ifadem priceless

keh keh keh

24 Nisan 2012 Salı

son derece bilimsel

30 küsur yılda yaptığım araştırmalar sonucu kendimle ilgili şöyle bir sonuca vardım: bir dert tasa thresholdum var, nicelik veya nitelik olarak nasıldır tam tespit edemedim ama bu eşik aşıldığı zaman dertli bir insan oluyorum.

yani bir takım kısa vadeli dertler bir araya gelip belli bir sınırı aşana kadar hepsini kulak arkası edebiliyorum. ama o sınır geçildi mi hepsi birden üşüşüp bikbikbik ötüyorlar, insanı yoruyorlar.

dertlerim de gayet normal, insani dertler. yani öyle fener 30 yıldır türkiye kupasını alamadı lan diye dertleniyor değilim. mesela n'oluyor? okulda işler ters gidiyor (tez yetişmiyor, yarım puanla sınavdan kalıyorum filan), sağlığım bozuluyor (fazla yoruluyorum, üşütüyorum, bişeyler), param yetmiyor (bazı faturalar ödenmiyor, istediğim/ihtiyacım olan bir şeyi alamıyorum), yakınlarımın bazı sorunları oluyor (sağlık, maddiyat neyse artık), zamanım hiçbir şeye yetmiyor (koştur koştur yetişemiyorum), sevgilimle tartışıyorum (buna zaten aklım ermiyor), iş güçte sıkıntı oluyor (proje yetişmiyor, yaptığım iş zevk vermiyor), sosyal sorumluluklar kafa ütülüyor (burayi sizin hayal gücünüze birakiyorum) vs. vs.

işte bu dertler ağırlıklarına göre bir araya gelip o sınıra çullandığında bende bir bozulmaklar, bir erör vermekler. mesela sağlık ve para sorunları bir araya gelince 10 kaplan gücünde oluyor. para yüzünden doktora gitmek, ilaç almak mesele olunca moralim sıfırın altına iniyor. elbette o an için bir yakınımdan para isteyebilir, kredi kartından para çekebilir veya banka soyabilirim. hiçbirinde de ölmedim neticede. ama bu, senaryoyu değiştirmiyor ve vaziyet insanı üzüyor. "koca adam olduk hale bak" oluyor.

kimi zaman da okul, iş, para, zaman, bir ton sorun resmi geçit yapıyor ama o sınır aşılmadığı için bildiğiniz şenşakrak ranable hoplaya zıplaya geziyor.

bir de, bu günlük dertlerin altında sinsi sinsi bekleyen onların geniş zamana uyarlanmış versiyonları oluyor. yaş kac oldu, okul hala bitmedi lan! hesabim her ay ekside, bu borçlar ne zaman bitecek de benim cebimde 3 kuruş olacak? yaptığım işten memnun değilim/az kazanıyorum. efembaamla annanemi çok özlüyorum. sevdiklerimden uzakta yaşıyorum. gibi. o sınırdan sonra işte bu ipneler de üşüşüyor insanın kafasına.

bu da böyle bir tespitimdir. ha bir de başka bir tespitim var: anlaşılır yazayım diye konuyu çok dağıtıyorum. ben buraya tamamen başka bişey anlatmaya gelmiştim lan!

bugün isten sonra söylene söylene bekledigim 25 dakikalik gecikmenin sonunda trenin kapisindayken tam önümden trene binmeye calisan bir kizcagiz cup diye trenle peronun arasindaki mükemmel boşluğa düşüvermesin mi? bir elim telefonla kulagimda, diger elimle kizin kolunun altindan tutup yukari cekmeye calistigimi, kizin da bir yandan debelendigini, sonunda kosup gelen bir adamcagiz da kizin diger koltuk altindan tutunca kizi havalandirdigimizi hatirliyorum. kiz panik ve saskinlikla adamcagizin iyi misin sorusuna bile yanit vermeden trene binip gidip yerine oturdu. ben de gidip bir yere oturup konusmaya döndüm.

bugünlerde böyle birilerinin cani icin endise ettigim ilk olmuyor. öyle olunca da dedim ki koy götüne ya naniş.

(bkz: erörle mücadele)

ertesi gün notu: yok lan futbola da dertleniyorum baya baya. o son penaltiyi kacirmayacaktik. ah ulan!

31 Mart 2012 Cumartesi

zombiland

sinavlar gectigimiz pazartesi bitti, annem gittiginden beri sosyal hayat namina ne kaldiysa onu da alip götürdüler. sinavlara calisirken en azindan her gün sabahtan aksama kadar hocasiydi, arkadasiydi iki insan yüzü görüp muhabbet ederdim. salidan itibaren her gün ise gidip aksam 9-9 bucuk arasi yataga girince o da kalmadi. bir ay önce söyleseler inanmazdim, haftalardir eve 8-9 gibi gelip zar zor bir seyler atistirip kendimi yataga atmaktan baska bir sey yapmadim. ha, $ikayetci miyim? hayir. hatta dün i$ten cikip carsidan eve yürürken oyalanmaya calistim, yahu haftasonu geldi biraz dolasayim, maci disarda izleyeyim gibi fikirler yürüttüm ama yine kös kös erkenden eve geldim. haftaici ne güzeldi, o günden hicbir beklentim kalmamis olarak eve gelip mutlu mesut kitabimi okuyarak uyuyordum. neyse bugün cevahir ve özgür'le cay icmek icin cikip, tesadüfler de sagolsun bir ciki$ta 4 arkadasimla zaman gecirip bütün haftanin sosyallesme ihtiyacini karsilayarak eve döndüm. bu beni 1 hafta daha götürür.

asil $eyi anlatmak icin gelmistim, dün sabah postaneye gitmem gerekti (hazir zayiflamaya kesin kararliyim, neden spor salonundan kaydimi sildirmiyorum? diyerek kayit silme dilekcemi postaya vermek icin (evet, elden almiyorlar, illa postayla göndermeni istiyor ...ler). kafaniz karisti biliyorum ama bu konuyu burda kesip devam ediyorum, nitekim bir iki ay icinde benden bir ko$u bandi ile ilgili bir yazi bekleyebilirsiniz.). neyse ne diyordum, hah postaneye gittim henüz acilmamisti, ilk kapidan girince iceride i$ görülen salona giri$i tamamen kapatan kepenklerin önünde bir amca bekliyordu, ben de amcanin biraz berisinde kitabimi okuyarak dikilmeye basladim. acilisa bir 10 dakika vardi, yavas yavas baska insanlar da gelip beklemeye basladi. birisi gelip benim arkamda durdu, görünmeyen ama var olan siraya saygi gösterdi sagolsun. ondan sonra gelenler icinde yavas yavas önlere dogru süzülmeye calisanlar, yandan yandan ilerleyip bir seyin farkinda degilim izlenimi vererek kepengin dibine kadar yanasanlar, filan insanin asabini bozacak türde cesit cesit insan gelmeye basladi. önünde su tekerlekli yürüme yardimcisi araclardan olan bir teyze aramizdan slalom yaparak ilerledi. hayir bahsettigim öyle sikis tepis bir yer degil 30 metrekarelik bir alanda herhangi bir sira gözetmeksizin dagilmis belki 15-20 insan. yas ortalamasi biraz yüksekti, nerden baksan 70-80 fersah. acilis saati gelip kepenk yerinden kimildadiginda bütün dedeler ve neneler agir aksak hareketlerle kepenge dogru ilerlemeye basladilar. kimi topalliyor, kimi agir cekimde hareket ediyor, kimi ko$maya calisiyor. yani yeni acilan bir postanede bu kadar acele etmeyi gerektirecek ne olabilir ki amcacim? dogrusu hic birinin ise yetisme derdi oldugunu düsünmedim, almanya'da mezarda emeklilik dedikleri sistem yürürlükte bile olsa cogunun emekli olduguna emin gibiyim. neyse i$te bu garip hareketlilik beni bir an o bayila bayila izledigim zombi filmlerinden birindeymisim gibi hissettirdi. duruma o kadar yabanci kaldim ki bi an ne ariyorum lan ben burda, burda ne isim olabilir ki benim? diye düsünüp dilekceyi filan birakip cikip gidecektim. sonunda zombi istilasina ben de katilip i$imi gördüm ve ciktim ama $imdi o cogunun sirtini gördügüm, yarim yamalak hareketlerle ilerledikleri sahne gözümün önüne gelince yine bir garip oluyorum.

duyan da beni o kitaptaki insanlara benzetecek, hani belli bir ya$a (60?) gelen insanlari saglikli olsalar bile öldürdükleri toplumla ilgili (isaac asimov'un muydu ya o?*). yok, ya$lilara kar$i öyle bir tavrim yok (zombilere gelince i$ degisir). yaslilari severim, gerekirse ellerimle bakmaktan da imtina etmem diye düsünüyorum. annanemle dedem $imdi ya$asalardi muhtemelen ikisi de bu gördügüm insanlar kadar bile hareket edemiyor olacaklardi, olsun yine de ya$asalardi iyiydi.

 * biraz ara$tirdim ama asimov'a ait böyle bir öykü bulamadim, ama logan's run adinda bir film varmis. bu benim hatirladigim öyküden daha abartili 30 yasinda topluma veda ediyorsun, ama ayni hesap.

17 Mart 2012 Cumartesi

hani kimi zaman..

..farketmeden kumandanın üzerine oturursun ya..

yine nefis rüyalarımdan birini gördüm bu sabah. sadece bir kuplesini anlatayım. bir yerde misafirlikte filan denk gelmişim, kendi çapında ünlü bir aktörle muhabbet ediyorum. ne kaar da alçakgönüllü diye şaşırıyorum bir yandan, çünkü öyle. bir ara kaybedilen yakınlardan filan bahsederken annesini anlatıyor. anlaşılan, kadın hippi gibi bir şeymiş. doğaüstü şeylere de inanırmış. bizim aktörün gençliğinde ölmüş, ölmeden önce de oğluna "yüzlerce hayat yaşayacaksın" demiş. bizimki "ben yine reenkarnasyon gibi uçuk kaçık bir şeylerden bahsediyor sanmıştım ama o aktör olacağımı söylüyormuş. her rolü yeni bir hayat gibi yaşıyorum." diyor. ben de 'oha ben ot gibi tek bir hayat yaşıyorum' diye düşünüp "meslek değiştirmek için çok mu geç?" diye soruyorum, gülüşüyoruz.

güzel, ama sanki oturduğun yere dikkat etmemişsin de götünün kenarında bir tv kumandası kalmışcasına rahatsız edici bir rüya.

notiz: yazıyı yazdıktan 10 dakka sonra çantamı açtım, manzara şu:


18 Ocak 2012 Çarşamba

fes basima fes basima

tezi de yazdik bitti
püskülü ben olayim
duvar basima, basim duvara..
kapi basima, basim kapiya..

$u son bikac ayda basim(iz)a gelenleri kisaca bir listeleyeyim de, ibretlik bir payla$im olsun. tahmin edersiniz ki tezimi yetistirmem gereken bu son gecede yapilacak en akillica sey de bu olur. (yaziya o zamanlar ba$lami$im ama sonra kendimi sagduyuya davet edip yarida birakmisim. gerci o tezin teslim süresi sonra yine uzatildi tabi ki ama olsun.)

1) kücük capta su basmasi. tasindigimiz gece gümbürtüler esliginde mutfak lavabosunun sicak su borusunun yerinden cikmasi sonucu yataktan firlayip sicak su yagmuru altinda (ba$imdan a$agi kaynar sular döküldü dedikleri buymu$ megersem) prize takili fi$leri cekip geri kactim, zafer de kahramanca atilip bulasik makinesinin arkasina gizlenmis vanayi kapatti. ertesi sabah da hortumu sapasaglam yeniden bagladi sagolsun, o günden beri de o cenahta bulasik makinesinden gelen anormal seslere saf gibi panikle ko$u$turmamiz di$inda bir vukuat olmadi.

2) parmaga hochbett dü$mesi. eski evi teslim etmeden bir gün önce aksam vakti karanlikta c.'yle duvarlari boyadik (duvarlari mi boyadik, kendimiz mi boyandik ayri mesele ehehe). ertesi sabah da tavani boyayip odayi teslim edecegim diye düsünüyorum. odanin ortasindaki ranzayi sökmek de son güne kaldi. e.'nin yardimiyla i$e giri$mi$ken yukaridaki parmaklik parcalarindan biri tam isabetle sag ba$ parmagima dü$erek benim icin i$ gününü kapatti. e. sagolsun fircayi kaptigi gibi tavani boyadi, n. de beni alip hastaneye götürdü. sonuc, parmakta zedelenme ve gereksiz bir evi yetistirme heyecani yasamam.

3) is güc sahibi, insan gibi görünen bir almanin beni dolandirmasi. aylarca ilani internette durup satilmayan ayni ranza, parmagi gazi ederek söküldükten sonra bir hafta bile gecmeden satildi. telefon eden genc, bir arkadasiyla gelip yatagin parcalarini toparladi arabaya atti, yatagin vidalarini o an bulamadigim icin (tabi ki ilk aradigim yerdeymisler ve görmemisim, ertesi gün b. ve annesi tarafindan benim 30 kere baktigim yerde $ak diye bulundular) cocuktan yatagin parasini almamam, vidalari verince alirim demem ve cocugun tam anlamiyla toz olmasi. bu konu üzerinde calismalarim devam ediyor. en son mafyaya verip topuguna siktiracagim, o olacak.

4) heyula gibi televizyonumuzun yanmasi. ben tezle ugrasir, b. ve annesi oturma odasinda tv izlerken b. icerden seslendi "aa televizyonumuz bozuldu galiba?". kalktim gittim ses var görüntü yok, kanallari kurcalarken nurtopu gibi bir görüntü geldi ekrana, ama nasil parlak, nasil i$il i$il. görüntü birkac saniye icinde yeniden yokoldu, o sirada ben de "koku mu var? sanki plastik yaniyiii?" deyip televizyonun arkasina egilince kasanin icinde kivil kivil alevleri gördüm. televizyon kasasinin ici bildigin alev alev yanarken, yine prizden fi$i cekme, mobilyalari tv'den uzaklastirma, "su dökmeyelim mazallah bisey olur", "ortalik duman oldu balkon kapisini acayim", "ay dur acmayayim rüzgar oluyor iyice harlanacak" tela$i derken alevler kendi kendine kücüldü. mum alevi kivamina geldiginde de b. kasanin icine hüff diye üflemek suretiyle tehlikeyi bertaraf etti. bilmemkac yüz ekran, 4 kisilik bir ailenin yasayacagi ev metrekaresindeki tv'mizin yerinde su an 37 ekran bi bidik var. oturdugumuz yerden ekrani secemiyoruz ama olsun, sesi geliyor.

5) o.'na gecen sene hediye ettigim harici diskin bavulundan calinmasi. yüzlerce film, binlerce $arkinin pirrr diye havaya ucmasi. demek ki neymis, havaalani sirket ve görevlilerine güvenmeyecekmisiz. ya da noel öncesi bavulumuza güzel hediye olacak bir esya koymayacakmisiz da denebilir. aci bir tecrübeyle ögrenmis olduk.

6) güzelim bahcemizin itfaiye tarafindan tarumar edilmesi. yok bizim yanginimizla ilgili bir olay degil. olasi yangin durumlarinda itfaiyenin binamiza ulasimini engelleyecegi gerekcesiyle kocaman kocaman agaclarimizi kesip, bahcemizin altini üstüne getirdiler. yahu yangin cikinca biz söndürüyorduk! i$ler tamamlandiginda yine bir bahcemiz olacakmis ama bu kadar cok agacimiz olmayacakmis. zaten hepi topu 3-4 tane agacti, ki simdi yenisini eksek anca torunlarimiz görür o boya geldiklerini. ku$larimiz, sincabimiz bu karda ki$ta nereye gittiler, ne yer ne icerler diye düsünüyorum. balkona ceviz ici koydum belki gelir yer fakirler. digerleri yine unutulup gider de, bu sanirim beni en cok üzen $ey oldu.bu evin en sevdigim yani o bahceydi zaten.

daha "tezi yanlis formatta mi verdim lan yoksa ben?!!" panigimi anlatacaktim ama hüzünlendim bak yine. gidiyorum lan ben!