28 Mart 2010 Pazar

üzüm

kiki kucagimda.

tuvaleti kokuyor, yerler hep kum, ortalik biraktigimdan daha daginik sanki. ya da o bahsettigim e$ya fazlasi üzerime geliyor. ama kiki kucagimda (:

ayakkabilarimi bile cikarmadim daha. aslinda eve gelip esyalari birakir birakmaz üstümü ve ayakkabilarimi degistirip tekrar ciktim. önce hatice'ye, birkac saat sonra özgür'le cevahir'e yemege, ordan beraber kerstin'le melvin'e.. o kadar yorgunum ki kalkip yatmaya üseniyorum.

dünki $arkiyla ilgili bir diyecegim daha var, "biz seninle bir salkimin iki asik üzümüyken, ba$ka $i$elerde $arap olmu$uz" diyor. gülesim geliyor hep bu sözleri düsününce. biz seninle bir fidanin güller acan daliyiz gibi o ne? (: üzüm üzüme baka baka kararir diyorum ben de. ben daha da kararmak istemiyorum, kahve/ye$il üzüm olmak istiyorum. üzüm gözler gibi (: bkz. annecim (:

27 Mart 2010 Cumartesi

gidi$? dönü$?

stockholm'de ilk ayimin son gecesi. yarin yine güzel evimde kiki'yle uyuyacagima seviniyorum, buraya dönecegime de. bu gidi$in de en cok dönü$ünü sevecegim sanirim. 1 ay hepimize cok kisa geldi. göz acip kapayana kadar gecti bak.

kendi kendime sakin bir ay gecirdim, her ani ho$uma gitti. umutsuz sinav hazirliklari, sirketteki proje sunumunun acelesi filan, sinir stres olmasi gerektigi kadar vardi elbette. evimden gezmek icin ciktigim 4 gün oldu. 2'si ozan'la dolu dolu gecirdigimiz haftasonu. her bulusmamizda oldugu gibi cok güzel bir haftasonu gecirdik. cok gezdik tozduk, buz üzerinde bile yürüdük! daha neler neler..

1 pazar günü yine ozan'in taaa oralardan(hollanda) gaziyla uppsala'ya gittim. ilk kez isvec'in baska bir sehrine gitmis oldum. sehrin kendisi degil ama gamla uppsala denen bölgesi beni dehsete düsürdü. bu gidisle bu ülkenin in cin top oynayan bir köyüne yerlesirsem sasirmayin. o kadar sakin, o kadar güzeldi ki her sey, insan dondugunu hissetmez ölür manzarayi izlerken (: resimler oradan.

1 aksam da barcelona'nin sampiyonlar ligi macini izlemek icin disari cikip yine mutlu döndüm evime.

evim diyorum ya, buradaki kücük dairemin resimlerini de cektim ama daha bilgisayara atma firsatim olmadi. gereken her seyim var. almanya'da ne kadar cok ve gereksiz esyam oldugunu farkettim ama artik cok gec (: 

artik yavas yavas müzik dinlemeye basladim ya, bugün bu acidan da degisik bir aksam oldu. ozan feri'den kendisine gelen bir sarkiyi pasladi bana. ikisine de tesekkür eder öperim burdan. sanirim 1 saattir arkada sürekli caliyor. 10uncu dinleyisten sonra sözlerini bile dinledim. yolculuk hazirliklari bittikten sonra penceremden ictigim son sigaraya cok güzel eslik etti. simdi de ben uyuyana kadar mirildanacak herhalde kulagima.

biz seninle
bir denizin
iki asik baligiyken
baska sularda
yüzüp durmusuz
baska kiyilara vurmusuz

eflatun - $arap

9 Mart 2010 Salı

valhalla'dan notlar

* okul valhallavägen'de. valhalla, iskandinav mitolojisinde ölen kahramanlarin götürüldügü büyük bir salon. odin orda savasta ölen kahramanlarin yarisini topluyor ki kiyamet günü (ragnarok) geldiginde kendisi icin sava$sinlar. bu arada da vur patlasin, cal oynasin.. bir nevi cennet. neyse efendim okulun valhalla yolu diye bir sokakta olmasi cok hosuma gidiyor. türkiye'de bir yerlerde sirat köprüsü diye bir köprü olsaydi ho$ olmaz miydi?

* bugün bina görevlisi ile kisa bir gerginlik yasadik ama tatliya baglayacagiz sanirim. kaloriferlerim yanmiyor diye sikayette bulundum, adamcagiz bu sabah geldi bakti icerisi 23 derece.
 
- "e tabi yanmaz, 20 dereceye düstügünde otomatik devreye giriyor bu radyatörler" dedi. ben de,
+ "my beautiful friend, since i came here, i haven't seen this heating warm, do you think it's normal?" dedim. ("güzel kardesim, geldigimden beri bir kez olsun ilik görmedim ben bu kaloriferleri, normal mi sizce?") "now the sun's shining in like a cabbage, of course it is 23 degrees! come and see it at night. come to the exit!" didim. ("simdi kabak gibi günes vuruyor iceri, tabi ki 23 derece olacak. sen gel aksam gör burayi. cikisa gel!")

o da sonunda odanin sicakligini 24 saat boyunca ölcecek bir minik dalga birakmaya razi oldu. bu arada sekil 1 a penceremin manzarasi. kalorifer konusundaki israrimi belki daha iyi anlarsiniz diye koyuyorum (:

* teeh 2 yil önce hediye edilmis cizim defterim ve kalemlerimi ilk kez vasa müzesinde kullanmaya basladim. bakalim gerisi gelecek mi. vasa da yetmezse hicbir sey yetmez zaten tekrar cizdirmeye. bana yeniden resimler cizdiren gemi (:

2 Mart 2010 Salı

isvecre

her türk insaninin, hatta ne türk’ü, neredeyse tanidigim tüm avrupalilarin da hayatinda en az bir kere yapmis oldugu bir hata isvec ve isvicre’yi karistirmak.

- isvec hangisiydi ya?
- iyice soguk olan.

isvicre nedense bize daha tanidik, daha yakin, adi gecti mi herkesin aklina ya saat, ya cukulata, ya daglar, ya heidi, en cok da kara para & gizli hesaplar gelir ama isvec deyince soguk ve uzak bir memleketten baska cok bir sey canlanmaz cogumuzun gözünde. amaaa ama ya benim gözümde? :p

neyse o konuda yillardir basinizin etini yedim zaten, gerekiyorsa buyrun burdan yakalim. ama bana kalirsa gerekmez. surda biz bizeyiz neticede (:

efendim sonunda allem ettim kallem ettim turistlikten baska bir sifatla kendimi stockholm’e attim. aylarca ugrastiran kagit-kürek, organizasyon, hazirlik vs. islerinden sonra exchange ögrenci kisvesi altinda KTH elektronik mühendisligi bölümünde islemlerimi yapacak ofisin acilmasini bekliyorum. sicak sicak (:

...

hemen basliyorum 1 mart 2010 itibariyle baslayan maceralarima: cok konforlu, hatta düdük niederrhein havaalanina yaptigim en stressiz yolculugun sonunda, ryanair beni sasirtarak bagajlarimi kilosuna bakmadan hop diye aldi. ucakta en önemli kagitlari(kabul belgesi, ders secimleri vs) koydugum dosyayi evde unuttugumu farkettim. neyse hatice’ye is cikti herhalde diyerek düsünmemeye calistim. o tipide kanatlar oyuncak gibi sallanirken ucagin düseceginden hic bu kadar emin olmamistim ama yine de cok rahat indik. ve stockholm sehir merkezine gidecek olan otobüse kendimi atmamla otobüsün kalkmasi bir oldu.

t-centralen'e vardigimizda cebimde bir sürü euro ve önceki seyahatlerden kalma 70 kronla önemli bir secim yapmak durumunda kaldim. param ya burger king'de bir menüye veya bagajlarimi birakmayi planladigim kilitli dolaplara yetiyordu. cünkü eurolari degisecek ofislerin tümü kapaliydi. karnim cok ac olmasina ragmen gayet kisa süre düsündükten sonra esyalari birakmaya karar verip dolaplarin basina geldim. nasil oluyormus bakayim derken bir de ne göreyim. bozuk para üstü verilen kücük gözde bir 10 kron beni bekliyor. (: bu ulvi 10 kron tabi ki mali durumumu degistirmeye yetmeyecekti ama bana herseyin yolunda gidecegini haber veren kücük bir göz kirpi$i gibi geldi o anda. (ayni anda batili ve batil inancli olunabiliyor mu acaba? keh keh..)

neyse efendim gecenin 11'inde sadece el cantam ve bilgisayarimi alip önceki seyahatimden kalan son 1 metro bileti ile slussen'e varip, karlar arasinda sigarami tüttüre tüttüre ailemizin hostelleri rygerfjord ve red boat mälaren'in bulundugu söder mälarstrand'a yollandim. bu iki hostel de stockholm'ün en merkezi yerlerinden birine, slussen'e yürüme mesafesinde, su üzerindeki teknelerden olusuyor. son gelisimde yer ayirtip kalmadigim red boat'a daldim, 3 ispanyol kizla paylastigim minik kamarada güzel bir uyku cektim. (1'i 20 gece kizlardan birinin kayip telefonunun bulundugunu haber veren polis telefonunu saymazsak. adam bi de simdi gelip alacak misiniz diye sordu, acaba gercekten polis miydi? descartes bize her seyden süphe etmemizi ögütlemistir. hicbir seyden süphe etmedigim günler ne güzelmis.. :)

sabah kahvaltimi da hostelde yaptiktan sonra (gece o kadar ac kaldiktan sonra haketmistim canim) okulun yolunu tuttum. bu arada okula telefon edip önemli sandigim belgeleri evde unutmamin sorun olmayacagini ögrendigim icin biraz daha sallanarak ve keyif icinde gidebildim.

okulda hicbir sorunla karsilasmadan evimin anahtarini aldim, kahvemi sigarami icip, bölümdeki koordinatörlerimle tanistim, gerekli imzalari attim, belgeleri aldim. bu arada ingilizce'den cok almanca konustum! burda herkes alman yav!? daha sabah hostel'de kahvalti ederken cantalarimi iki alman kiza emanet etmistim, okulda da koordinatörlerden biri ve memurlardan bazilari alman cikti. koordinatörlerden digeri de türk oldugu icin ofiste bir ara tam bir dil kaosu yasandi ((: iceri ilk girdigimde frau schubert'le almanca konusmaya basladik, sonra oguzhan girdiginde türkce selamlastik, onlar kendi aralarinda isvecce konusmaya basladilar, derken her ücümüzün de anladigi tek ortak dil olan ingilizce'de bulusmayi basardik! (:

ay yine uzattikca uzattim, neticede ana istasyondan esyalarimi alip, trene atlayip yeni yuvama ulastim. ama o fleminsberg tren istasyonundan yurda kadar normalde 5 dakika sürecek yolu 40 kilo esyayla 45 dakikaya gelisim var kii.. onu ne ben anlatayim ne siz okuyun.. o bile nesemi kacirmadi, hafif kar yagisi altinda hic canimi sikmadan atlattigim bir güc gösterisi oldu ((:

sonra komsularla ilk tanisma, ilk alisveris ve yemek.. kollarim ve bacaklarimda acayip bir yorgunlukla mis gibi yatagimda yaziyorum bunlari. simdilik hersey cok yolunda. dünden beri "ya her sey bu kadar iyi gidemez, simdi düsüp pekmezi akitacagim herhalde" diyorum sürekli ((:

daha bitmedi, öyle kolay degil.. fotograflar ve kahramanimizin diger maceralari bir sonraki fasikülde.. (: