1 Ağustos 2013 Perşembe

büyük beyaz

dino’nun tasinma ve dolayisiyla beyaz esya alma tela$esinde buzdolabi ve camasir makinesi konusundaki tecrübelerimi derlemem gerekti. ben de $unu blogda yapayim da vatana millete bir hayrim olsun diye düsündüm. nitekim ben de arastirma yaparken google amcaya “camasir makinesi alirken nelere dikkat etmeliyim?” yazip cesitli kadin forumlarinda ve amazon review’leri icinde kendimi kaybetmistim.

ben camasir makinemi ve buzdolabimi 2013 basinda almanya’da aldigim icin türkiye’deki fiyatlar konusunda atip tutmam yersiz olur ama teknik ve pratik detaylarda dikkat edilmesi gerekenleri bir araya getirebilirim.

türkiye’de, hele ki acik/kapali balkonlu bir evde kurutuculu makine almak cok gerekli degil gibi. bebek sahibi olmak, her gün gömlek degistirmek, temizlik hastasi olmak gibi faktörler yoksa tabi. ben almanya’nin le$ ikliminde günlerce kurumayan camasirlar icinde delirmektense önlem olarak kurutuculu bir AEG Lavamat aldim. Alirken uzuuun uzun düsündüm ve secenekleri arastirdim.

öncelikle benim icin en önemli özellikleri düsünüp bunlara sahip makineleri birbirleriyle karsilastirdim. en önemli kriterim enerji tasarrufuydu. özellikle kurutma programlari cok enerji harcadigi icin enerji tasarruf degeri A veya yukarisi (A+, A++, A+++) olmayan makineleri güzelce eledim. kurutmali makinelerde bu göstergeyi A’nin üzerindebiraz zor bulursunuz ama sadece yikama makinelerinde artik A+++ olmayani dövüyorlar. bu baglamda sadece camasir makinesi alacak olsam ben de digerlerine cok büyük bir üstünlügü olmadigi sürece A++ ve A+++’nin altindaki makinelere bakmazdim. bu gösterge tek basina yeterli olsa da, enerji tasarrufu konusunda kafayi yediyseniz direktoman makninenin enerji harcama degerlerine bakmaniz gerekir. örnegin benim karsilastirdigim makinelerin tümünün yikama icin enerji tasarrufu degerleri A iken, tek yikamada (ve parantez icinde yillik) harcama degerleri $öyleydi:

0,91 (182) / 1,05 (210) / 0,91 (182) / 1,09 (218) / 1,36 (272) / 1,04 (208) kWh/standart program(yil)

bir diger önemli kriterim -annanemin dis fircalarken muslugu acik birakma hususundaki uyarilari ve “afrika’daki cocuklar” hatirlatmalarini göz önünde bulundurarak- su harcamasiydi. $unlar da karsilastirdigim cihazlarin yillik su harcama degerleriydi:

10200 / 9000 / 10200 / 11000 /12000 / 11800 lt/yil

biraz bakininca diger önemli kriterlerim $unlar oldu:

hazne büyüklügü: yerim dar, camasirim az demiyorsaniz 7-8-9 kg secenekleri var. yalniz kurutma da dahil oldugunda kurutma özelligini 3-4 kilodan fazla camasir icin kullanamiyorsunuz.

motor garantisi: makinenin kendi garantisi haricinde aeg’nin 10 yillik bir garantisi daha var, digerlerinde rastlamadim.

zamanlayici: bu cok isime yariyor, evden cikarken aksam dönüs saatimde bitecek sekilde kuruyorum eve döndügümde pıvıl pıvıl çamaşıvlav beni bekliyor.

camasir tartisi: kimi makinelerde kac kilo camasir koydugunuz tartilip abarttiysaniz uyariliyorsunuz, daha güzeli maksimumdan az camasir yikayacaksaniz makineniz deterjan ve suyu kiloyla orantili olarak kullanip tasarruf ediyor. bu özellik bosch makinelerde vardi sanirim.

program uzunlugu: bazi makineler –özellikle bosch- yika allah yika, yika allah yika standart programlari bir türlü bitiremiyor. saatlerce naapiyorsun kardesim deseniz temiz olsun der. ama insaf. dikkat edin camasir yikayayim derken gün bitmesin.

kisa program: artik neredeyse tüm makinelerde var, az camasiriniz ve aceleniz varsa faydali. kimi 3 kg - 20 dakika, kimi 1,5 kilosu - 15 dakika vs.

gürültü: desibel degerleri cogu makinede teknik özellikler arasinda veriliyor. kulaginiz veya komsulariniz hassassa dikkate aliniz.

ariza durumunda evi su basmasini önleyen otomatik sistemler: artik neredeyse tüm makinelerde var. hortumun basina sonuna elektronik bir parca ekleniyor. bir yandan da su alim hortumu kökünden yerinden ciktiginda o evi yine su basacak yani. düzgün takin $unlari.

elbette yukaridaki listede adi gecmese de en önemli kriterlerden biri de cihazin fiyati. cüzdan konusunda cok hassassaniz cihazin elektrik harcamasini dikkate alarak biraz daha kafa patlatabilirsiniz. örnegin tasarruflu olsun diye 300 lira fazla verecekseniz makine bu parayi kac senede amorti edecek onu hesaplamak cok zevkli. türkiye’de elektrigin kw/h ücretini arayip bulmaya üsendim, gerekiyorsa siz yaparsiniz zaten. eger buldugunuz sayi size göre makinenin ömrünü geciyorsa deger mi diye bir daha düsünürsünüz. bu arada danistigim saticilardan biri bana beyaz esya ömrünün artik ortalama 10 yil olarak düsünüldügünü söylemisti, daha uzun ve kisasini yasamisizdir ama artik ortalamasi bu demek ki.


i$te ben biraz manyak oldugum icin karsilastirmami böyle bir excel tablosunda yapmistim, karar vermek nispeten kolay olmustu. aslinda i$im su bakimdan kolaydi, aramaya taninmis markalardan basladim. yani adini sanini duymadigim veya cok güvenilir bulmadigim markalari seceneklerim arasina koymadim bile. benim tercihim böyle büyük bir seyler alirken servis / yedek parca bulma kolayligi, internetten fikir edinebilme olasiligi yüksek olan taninmis markalardan alisveris etmek. o da neticede herkesin kendi bilecegi i$. nice dandik görünümlü marka var da onyillarca kullaniliyor. ama bunlar benim icin hala riske atmak icin büyük paralar oldugundan ucuzunu alacak kadar zengin degilim mentalitesine gönülden bagliyim.

buzdolabi konusunda da size diyecegim tek sey var, birkac yüz lira pahali olabilir ama “bence” siz yine de no-frost olani alin. ya da en iyisi “abla/abi bu low-frost, bu da kar yapmaz” diyen satici arkadaslari bir kenara sikistirip dogru mu söylüyorlar diye sorgulayin. Kücücük dolaplarda buz eritmekten o kadar biktim ki no-frost’tan baskasini gözüm görmedi. low-frost neyin nesiymis kullanip gören olursa bi yorum yaziversin.

hadi hayirli ugurlu olsun.

ps. camasir makinesinin gelisi ile ilgili maceralarimiz ise $uralarda
garip akiminin onculerinden ranable
aege ile mutlu son

pps. internet explorer'dan nefret ettigimi söylemis miydim?

11 Temmuz 2013 Perşembe

3-5 kitap uğruna

özet geciyorum..  

bir okulda okuyorum. müdür bir gün kütüphaneyi kapatacagini ilan ediyor. birkac ögrenci olur mu öyle sey canim diyerek itiraz ediyoruz. pek sallamiyor. y"a ne itiraz ediyorsunuz, zaten bu kütüphaneden kitap aldiginiz mi vardi? kitaplari buradan alip baska kütüphaneye götürecegiz, kütüphanenin yerine de kantin acacagiz" diyor.

kütüphaneyi bosaltacaklari gün yaklasirken 3-5 ögrenci gelip kütüphanede nöbet tutmaya basliyoruz. kapatma günü geliyor, görevliler gelip kitaplarin kapaklarini sökerek, sayfalarini yirtarak kutulara doldurmaya basliyorlar. nöbet tutan birkac ögrenci "napiyorsunuz siz?" diyerek onlari durdurmaya calisiyor. o sirada kütüphanenin korunmasini isteyen bir kat muavini gelip görevlilerin karsisina dikiliyor. kitaplari biraktiriyor.

müdür israrci. "3-5 kitap icin olay cikartmayin, o kantin yapilacak" diyor. ilerleyen günlerde nöbet tutan ögrenciler okulun güvenlik görevlisi tarafindan tartaklaniyor, kütüphaneden zorla cikartilmaya calisiliyor. kat muavini de arada aldigi darbelerle hastanelik oluyor.

olaylar duyulunca daha cok ögrenci, bazi ögretmenler, kütüphane kolu, gezi gözlem kolu filan da arkadaslarina destek olmak icin kütüphaneye geliyorlar. tepkiler büyüyor. "madem kütüphane bu kadar kötüydü, neden bugüne kadar böyle kaldi? bu kütüphaneyi güncel, kullanisli, faydali olarak ögrencilere sunmak okul yönetiminin sorumlulugu degil mi?" diyorlar. hepsi beraber daha cok tartaklaniyorlar. disiplin cezasi alip okuldan uzaklastirilanlar oluyor. bunlar haksiz cezalardir diyen daha cok ögrenci, veli (anneler <3), ögretmen ve mahalle sakini olaya müdahil oluyor.

okul müdürü "ya orasi kantin olmasa da olur, harita odasi da yapabiliriz" diyerek kütüphaneyi bosaltmaya kararli. müdürün otoritesine karsi gelmenin yanlis oldugunu düsünen bir grup da "e iyi iste daha ne istiyorsunuz?" diye olaylari sakinlestirme cabasinda. müdür ve müdürden cok müdürcü bazi muavinler ögrencilerle "tamam oturun kütüphanenizde ellemiyoruz" diyip sonra yine güvenligi üstlerine saliyorlar. daha cok okulda, haksizliga ugrayanlara daha cok destek icin ögrenciler toplanmaya basliyor.  

tüm bu kargasa sürerken okul müdürü güvenlik görevlilerinin yaninda okulun delikanli genclerinin, bir takim belali tiplerin insanlari tartaklamasina göz yumuyor. isten cikarmakmis, okuldan atmakmis, disiplin cezasiymis, hic orali olmuyor, utanmasa bu ögrencilere takdir belgesi verecek. "yahu adam bana siddet uyguluyor" diyorum, "sen de müdürüne baskaldirmasaydin" diyor. "bak bunlar hep baska okullarin kiskirtmasi, okulumuzun güzellesmesini, basarili olmasini istemiyorlar" diyor. "gecen sene öss'de kac ögrencimiz üniversiteye girmisti halbuki" diyor. "ögrencilerin ezberci sistemle bir sey ögrenmeden, kagit üzerinde üniversite ögrencisi olmasi uzun vadede bize yaramaz ki" diyoruz, yine dayak yiyoruz.  

tepkiler sadece artiyor. is sadece kütüphane meselesi olmaktan cikiyor, "bak tuvaletler pis, ögretmenler yetersiz, ögrencilerin bazilari okula arabayla geliyor ama bazilarinin ayagina giyecek ayakkabisi yok", önce bunlari düzeltmek lazim diyenler ceza üstüne ceza aliyor, evlerine sonsuz kagitlar gönderiliyor, okuldan uzaklastiriliyor, isten atiliyorlar.  

müdür "bu okulda benim yönetimimden memnun olan bir ton ögrenci ve ögretmen var, o yüzden kesin sesinizi" diyor.  

ögrencilerin gözü cikiyor, kemikleri kiriliyor. ögrenciler ölüyor.  

ögrenciler ölüyor.  

ögrenciler ölüyor.    

cok sacma degil mi? degil. cünkü ögrenciler öldü.

5 Temmuz 2013 Cuma

memleketimden insan manzaralari iv

11 haziran, izmir - istanbul'dan izmir'e nilto$ ve deniz abi'yle rahat ve sicak hat yolculugu yaparak variyoruz. aksam ilk is gündogdu meydani'na kosuyorum. kalabalik sasirtici derecede az. evet bir kalabalik var ama meydan dolu degil. davullu, apollölü 2 grup var. biri isci partisi flamalari, digeri izmir belediyesi flamalari, hepsi türk bayraklari tasiyor. sonradan ögreniyorum, her gün belirli bir saatte toplanip, belli bir saatte dagiliyorlar. mantikli tabi.

saat gec oluyor, iki grup da ertesi gün tekrar bulusmak üzere dagiliyor. grubun birinden ayrilanlar alsancak iskelesine dogru sloganlar atarak yürüyüse geciyor. elbette meydan bosalmiyor, cimlerde, deniz kiyisinda oturmus cigdem citleyen -bir izmir klasigi- ve ortalikta dolasan bir sürü insan var. cimlerde oturan birkac kadin ve bir kiz cocuguna ilisiyor, biraz sohbet ediyorum. kadinlardan biri "burayi az görünce sasirma, hafta ici insanlar buraya kadar gelmiyor ama bornova, buca, hatay, karsiyaka, her semtte ayri ayri sokaklar doluyor. taraftarlarin geldigi haftasonunu görmeliydiniz.." diyor. onlardan ayrilip yürüyen grubun paralelinden alsancak iskelesi'ne dogru yürüyorum.

gündogdu meydani ile alsancak iskelesi arasi da gezi parki gibi cadirkent olmus ama yogunluk daha az. bir yerde cimlere eski kitaplar serilmis, basinda iki genc var. "kitaplar ücretsiz, buyrun alin okuyun" diyorlar. insanlarin kimi kitap birakiyor, kimi aliyor. bir standa gerili brandaya projektörle hayat tv yansitilmis. kalabalik bir grup sessizlik icinde istanbul'da ve ankara'daki karisikligi takip ediyor. sloganli grup alsancak iskelesine kadar yürüyüp dagiliyor.

ben de gündogdu meydani'na en yakin konumda, en uctaki bar olan sunset'e oturuyorum. birami icerken firsat buldukca garsonlarla konusuyorum.

- siz meydana en yakin yerdesiniz, cok etkilendiniz mi?
- tabi. polisin müdahale ettigi gün burasi cok fena oldu. maskeli bir grup masa sandalyelerimizi alip yakti. kim olduklari belli degil. karsidaki akbank cok daha fena oldu.
(karsi kösedeki akbank tamamen panolarla örtülmüs. tahminimce cami filan kalmamis.)
- peki sikayetci misiniz?
- degiliz, normal göstericilere elimizden geldigi kadar da yardim etmeye calisiyoruz, tuvaleti kullandiriyoruz vs.
- peki cevre esnaf?
- eh herkes etkilendi ama pek kimse sikayetci degil..
- bu alkol yasasi sizi etkileyecek mi yoksa sadece tekel bayisi, bakkal gibi yerleri mi etkiliyor?
- simdilik sadece dükkanlari, bize etki etmeyecek. ama biliyoruz ki bu bir baslangic. gün gelir ucu bize de dokunur.

garson burada biraz durup sonra soruyor:
- yasanin yürürlüge girecegi tarihi duydunuz mu?
- hayir ne zamanmis?
- 9 eylül. bilerek yapiyorlar. aliniyoruz haliyle.
- ciddi misiniz? yahu koca devlet adami cocuk gibi inatlasir mi böyle?
- inatlasiyor iste..

biraz sonra bakiyorum cevre masalar ayaga kalkmis. uzaktan bir trompet sesi geldigini farkediyorum.  genc garsonlardan biri "dakka basi istiklal marsi okuyoruz" diyor, gülüsüyorlar. istiklal marsi okununca tekrar yerimize oturuyoruz. izmir'de asayi$ berkemal.

*****

15 haziran, cesme - emor babasina babalar günü hediyesi olarak beslemelik kuzu almak istedigi icin kazim aga'nin sürüsüne bakan dayilarin orada durakliyoruz. kazim aga gelene kadar dayilar bize cay ikram ediyorlar, biz de onlara sigara. oturup sohbet ediyoruz. biz tam birer sehir cocugu olarak cevremizdeki hayvanat zenginligiyle aklimizdan olmusuz. köpek, kedi, kirlangic, tavuk, sinek, böcek derken embesil gibi birbirimizi dürtüp dürtüp "aha bak bak yavrusuna yediriyor" gibi laflar ediyoruz. dayilardan biri denyo'yu tam zamaninda uyariyor: "kangali sevecegiz diye elinizi melinizi uzatmayin kapar valla". canli national geographic zevkli gelmis olacak ki emor'la belgin bunu sonraki hafta safaride aslan, kaplan, zürafayla filan tekrar etti. neyse..

caylari icerken konu nereden acildiysa erzurumlu dayi gülerek "3-5 agac icin memleket birbirine girdi" diyerek söze giriyor. laf arasinda dayi:

- aslinda orasi da pis bir yermis dediler. kokuyormus, deyince
- dayi yok öyle bir sey. bak biz hepimiz gittik gördük orayi. o kokuyormus diyenlerin bir tanesi bile gidip görüp de söylemediler ki o sözleri, kendileri de söylediler gitmediklerini, dedim.
- e basbakan televizyonda öyle deyince...
- basbakan bugün öyle der, yarin baska türlü der, sen bilmiyor musun dayi? dedim.
- dogru dogru, zaten öyle olmasa basbakan olmazdi. demirel iktidara gelmeden önce "bu benzinin litresi elli kuru$, siz satiyorsunuz birbucuk liraya. sizin allahiniz yok mu? bu nasil i$?" diye bas bas bagirirdi. hükümetin basina geldigi gibi basti zamlari, diye tatli tatli anlatiyor, gülüsüyoruz.

biraz sonra kazim aga gelip bize "bunlar sürü kuzusu, evde bakamazsin, durmaz. ip baglarsin kendini bogar, salarsin bir daha yakalayamazsin. sabaha kadar aglar, hem kendi perisan olur hem seni perisan eder" diyerek bir hayat dersi veriyor. elimiz bo$, götümüz ya$ eve variyoruz. yusuf dayim "aaa e o zaman kesmelik kuzu alsaydiniz, yerdik" diyor..

4 Temmuz 2013 Perşembe

memleketimden insan manzaralari iii

bu kez manzaralar türkiye'den. gecenlerde gezi direni$inin sürdügü 2 hafta boyunca türkiye'de olup nikah, dügün, doktor, bebek ko$turmacasinin arasinda sokaklara dökülme firsati da buldum. hazir dökülmüsken tanimadigim insanlarla sohbet ettim, bol bol insanlari izledim. birkaci firsat buldukca burada olacak.

*****

8 haziran cumartesi, istanbul - ertesi gün büyük taksim mitingi olacagi söyleniyor. yine de abimle cumartesi'den gidip havayi koklayalim diyoruz. ne de olsa haftalardir ekran basinda takip etmeye calistigim kalabalik ve gezi parki sakinleri hep orada. üstelik bugün taraftar yürüyüsü var. fenerbahceliler kadiköy'den, cAr$i besiktas'tan geliyor.

kadiköy iskelesinde sloganlar, mar$lar, $arkilar basliyor.

önce kuzenim ve kiz arkadasinin karaköy alt gecitten aldiklari tam takim korungaclariyla ilgili bir sorun icin bahce malzemeleri ve ilaclari satan bir dükkana gidiyoruz. kask, gözlük, gaz maskesi seti 100 tl. oldukca kaliteli görünüyorlar. en azindan bez ameliyat maskesi ve benzerlerine göre cag atlamislar. esnafla bu maske büyük geliyor, gaz gecirir mi diye diyalog kuruyoruz, ama yaptigimiz sey cok dogal bir seymis gibi kimsede en ufak bir saskinlik yok. sorunu halledip tünel'den istiklale cikiyoruz.

arkadaslarla bulusup ara sokaklardan taksim'e variyoruz. bu arada abimin gezi parki'nda konuslanan arkadasi ara sokaktaki bakkaldan alisveris ediyor. aldigi birkac $i$e bira park civarinda da var ama esnafin hakkini firsatciya vermeye gönül razi degil. ara sokaklardan ilerlerken abimin arkadasi sizin oralardan burasi nasil görünüyor diye soruyor. "en azindan medyadan cok daha rahat haber aliyoruz. her sey güzel görünüyor, yerimizde oturamiyoruz." diyorum.

taksim meydani hinca hinc dolu. daha birkac hafta önce dortmund bayern macinin kalabaliginda bulunmaktan sikilip eve gitmistim: "off yillarca o müzik festivallerine nasil gitmisim ben? yüzbinlerce insan konser alaninda amaann bir daha hayatta yapmam!" deyisimin üzerinden bir ay gecmemis. kalabalik icinde olmak bu kez inanilmaz güzel ve güven verici. kalabalikla birlikte salinirken nereye bakacagimi sasirmis hayran hayran fotograf cekiyorum. fenerbahceliler taksim'e gelmis bile. akm'nin önünde rengarenk olmus costuruyorlar.

bayraklar, flamalar, $arkilar, barikatlar, pankartlar ve halaylar icinden -daracik bir alanda yüzlerce kisi halay cekme yetenegimizi dügünlerde peki$tirmi$ oldugumuzu bilahare emor'un dügününde de teyit ettim- adim adim gezi parki'na dogru ilerliyoruz. amacimiz divan oteli'nin yanindaki cimenlik alandaki cadirlara ulasip sakin sakin oturmak. abimin arkadasi kalabaligin az oldugu yan sokaktan gidip bizi orada bekleyecek. biz 4 kisi parkin icini görmek icin kalabaligin en yogun oldugu kisimda adim adim ilerliyoruz. parkin girisleri insan dolu. yanlardaki asagi yukari belime kadar gelen duvarlardan inip cikan insanlar var. onlara dogru ilerliyoruz. coluk cocuk, kadin erkek yerdeki insaat molozlari üzerinden hoplaya ziplaya, hic tanimadigimiz insanlarin ellerinden tutup birbirimize yardimci olarak duvarlari asip parka giriyoruz.

icerisi rengarenk bir cümbüs. 5 dakikalik yolu 45 dakikada alacak olmamiz umrumuzda degil. orada olmak cok güzel. rengarenk cadirlar, afi$ler, pankartlar, konusan, sarki söyleyen, bir seylerle mesgul olan insanlar var. ulusal kanal standinin önündeki penguen maketinin kafasinin yerine kendi kafasini koyarak fotograf cektiren insanlara bayagi gülüyorum. müzeyi, kütüphaneyi, yardim duvarini kalabalikta göz ucuyla görüyorum. parkin diger ucunda abdullah cömert'in ailesinin gönderdigi fidanlar kücük bir törenle dikiliyor.
divan oteli'nin bahcesinde kocaman beyaz bir afiste ACIL yaziyor. revir 24 saat acik. otelin yanindaki kamu alaninda yine cadirlarin kurulu oldugu ama parka göre cok sakin olan bir cimenlikte tekrar arkadaslarimizla bulusuyoruz. abimin arkadasina "sorunu tekrar düsündüm, burasi bizim göremedigimiz kadar güzel." diyorum. winterscigim da oraya geliyor. telekomcu olarak gezi onlari da etkilemis. "curcunada iletisim direklerinden biri indirilince mobil $ebekenin gücünün azaldigini insanlara anlatmamiz gerekti. bu kalabaliga iletisim saglamak zor is, cekmeyince yine bize kizacaklar" diyor.

sohbet muhabbet car$inin divan oteli'nin önündeki yoldan gecisiyle son buluyor. onlari izlemeye kosuyoruz. abimle ben arkadaslardan ayrilip yine kalabaligin icine daliyor cihangir'e geciyoruz. ara sokaklar bos ama bu kez de duvar yazilarina gülüp fotografini cekmekten oyalaniyoruz.

gece dönüs yolunda son karaköy-kadiköy vapurundayiz. cevremdeki insanlara bakiyorum. tüm gün oldugu gibi vapurda da o kadar cok degisik, sen gibi ben gibi olmayan ve cok güzel insanlar var ki sevincimden tanimadigim insanlara ne kadar güzelsiniz diyesim geliyor, diyemiyorum.


*****

direnisin ilk günlerinde abimin bir baska arkadasinin anlattigi bir sey vardi. aslinda olayi özetliyor. buyrun:

- insanlar bunu neden yaptigimizi soruyor.. bugün istiklal'e gittim. ara sokakta bir kafenin disindaki hasir taburelere oturup bir cay söyledim. gazetemi actim keyifle okurken bu yaptigimin aslinda yasak oldugunu farkedip afalladim. hayata bu kadar ait, bu kadar basit bir $eyi yapmak bile yasak, cünkü beyoglu'nda esnafin disariya masa sandalye atmasi artik yasal olarak mümkün degil. i$te cevap cok basit. bunu her gün daha cok yasak, daha cok baski, daha cok korkuyla yasamak istemedigimiz icin yapiyoruz.

adam oturdugu yerden anar$iklik yapiyor beyler!

*****

her zamanki gibi lafi uzattigim icin tekmili birden olamayacak, arkasi yarin olsun bari..

1 Haziran 2013 Cumartesi

yeni yayın, çünkü tv'de yayın yok..


ozan iki gün önce yine bir cemkirme seansimizda bana "blog yazsana sen" diye cikismisti. ben de "ne yazayim ulan? hayatta bir sey mi oluyor?" diye cevap vermistim. iste bugün cok sey oldu.

taksim gezi parki'nda baslayan direnis, hükümet toprak birakmamacasina satmaya basladigi vatani isgüzar polis araciligiyla kontrol etmeye calisinca cigrindan cikti. haksizliga, yüzsüzlüge, siddete simdilik bu kadar dayanabildik.

oturdugum yerden yapabildigim ancak haberleri takip etmek ve icimden gecenleri mümkün oldugunca cok insanla paylasmaya calismakti. icimden gecenler facebook'a da söyle yansidi:

"sevgili dostlarım,

biz bizeyiz. dünyanın neresinde, hangi görüşten, neye inanıyor olursak olalım türkiye umurumuzda. o yüzden sokakta, bilgisayar başında, telefonun bir ucundayız. kalbimiz ağzımızda.
bu kavga gezi parkının ağaçları için olmaktan çoktan çıktı. ağaçlar kıymetsiz olduğu için değil, insan daha kıymetli olduğu için. bu kavga bir avm'ye karşı değil, halkını umursamayan baskıcı bir hükümete karşı. bu kavga halkını yolsuzluğa, teröre, halkı koruması gereken polisin yine halka karşı kullandığı kontrolsüz gücüne, din istismarına, kendisinden farklı olana yabancılaşmaya, azınlıklara/kadınlara/çocuklara/güçsüz olan herkese karşı şiddete, eğitim ve sağlık hizmetlerinde halkı her adımda daha mağdur eden değişikliklere, kötü niyetli ve dış güdümlü dış politikaya mahkum eden bir hükümete karşı.

bu liste daha uzar giderken biz de bir bir bu listedekilerin üstünü çizeceğiz. bugün dilimizden düşmeyen vicdanımızı kullanma günü. bugün, yarın ve listedeki son maddenin üstü çizilene dek her gün."   olaylar ne kadar sürer, sonuclari ne olur, simdiden bir sey söylemek zor. umudumun ne oldugu da asikar. ama en birinci umudum kimsenin zarar görmemesi, o elleri kirilasica polisin bile. ne yazik ki mümkün degil.

28 Şubat 2013 Perşembe

dens dens dens

bugün yine sacma sapan bi muhabbet esnasinda ozan'a kendimle ilgili bazi itiraflarda bulundum. sizler de eksik kalmayin, götünüzle gülebilin diye buraya da tasiyayim.

"ben niye dansedemiyorum biliyo musun? uygun bi surat ifadesi takinamiyorum. dudaklari büzüp gözleri kisan var. robot gibi ifadesiz dans eden var. ne bicim is anlamadim. pi$mi$ kelle gibi siritsan ayri.. ne yaptigimin farkindayim gibi bi ifade de takinamam, cünkü götümü filan salliyorum, farkindaysam niye yapiyorum? kafaya kesekagidi gecirmeyi deneyebilirim bi dahakine. pece iyiymis ya. oryantele yöneleyim ben."

kompleks sahibi olmaktan control freaklige uzanan bu belali beceriksizligime care ararken düsünüyorum da vals de uygun olabilir. 1-2-3, 1-2-3.. saymali bisey olsun bari de kafa mesgul olsun.

bu arada da ozan'i sasirtmak ugruna 10 yil sonrasina bir söz vermis oldum. prenses leia kostümümle masa üstü $ovlarimi da o zaman görebilirsiniz. tabi ki $artlarim var, bir: kilo vermis olmak, iki: memelerimin yerinde duruyor olmasi.

25 Ocak 2013 Cuma

südtribüne dortmund

bir aksilik olmazsa bugün dortmund'daki yapilabilecek en güzel seylerden birini yapacagim, westfalenstadion'da (nasil ki cocukluk arkadasiniza memo, emo, musti demeye devam ediyorsaniz, ben de signal iduna park'a westfalenstadion demeye devam ediyorum) südtribüne'de mac izleyecegim.

geldigim ilk seneden beri her sene aksatmadan 2-3 maca gittim, hicbir maca gidemedigim tek bir sene vardi: yillar sonra ilk kez sampiyon oldugumuz 2010/2011 sezonu. durum böyle olunca ulan hic kasmayip gitmesem de adamlar rahat rahat sampiyon mu olsalar diye cok düsündüm. yine de gecen sene hem ben mac izledim, hem onlar sampiyon oldu, mesele de cözüldü.

bu hafta $ansim yaver gitti ve aslinda bilet bulmanin cok zor oldugu südtribüne bileti kucagima düstü. aile boyu bvb hastasi bir is arkadasimin kayinvalidesi! hasta olunca onun bileti bosta kalmis, bileti ister misin diye ilk sorduklari futbol hastasi arkadasin da etiyopya-burkina faso milli macini izlemek icin evde kalmak istemesiyle bilet benim oldu.
gelbe wand - sari duvar südtribüne sadece dortmund taraftarlari icin degil aslinda tüm futbolseverler icin önemli bir yer; 25.000 kisilik ayakta tribünü her hafta agzina kadar dolar ve türlü tezahürata ev sahipligi yapar. zaten bvb'nin basarisiz oldugu dönemler de dahil her hafta doluluk oraniyla rekorlar kirmis westfalenstadion'un gözbebegidir. doluluk orani dediysem 80.645 kisilik stadin sezon boyu ortalama doluluk oraninin 80 bin'in üzerinde olmasindan bahsediyorum. bkz. tulum cekmek. bölgenin ekonomik durumu da belliyken taraftarlarin bagliligi daha bir dikkat cekici. simdi burada futbolla insanlarin uyutulmasiymis, afyonmu$, u$akmi$ gibi sosyal sebeplerden bahsetmek bana düsmez, ben uyuyanlarin safindayim.

aksam havanin -7 olacak olmasi disinda bir handikap yok, onu da elimden geldigince etkisiz kilmak icin evde ne bulduysam giydim. yok yok öyle degil tabi ki, uzun süre düsünüp tasinmam gerekti, bir kere yanlis renklerde bir sey giyme gibi bir özgürlügümüz yok: mavi-beyaz (schalke 04), kirmizi-beyaz (1. fc nürnberg) gibi rakip renkleri minimal haliyle bile kullanamadim haliyle. dortmund formami yanima aldim ama iki kat ceketin altinda olup görünmemesindense onu bandana gibi kafama gecirmeyi tercih edecegim sanirim. zaten kloppo bugünü atki günü ilan etmis, atkim yok bari formami sallayayim.

simdi buraya giydiklerimi bir bir yazacagim, aksam eve gidince de fotograflarini cekecegim ki futbol ugruna neler yapiyoruz daha iyi anlasilsin..

1 kaban
1 yelek ve ceket olmak üzere 2 katli mont
1 taraftar formasi
1 ince hirka
1 yün kazak
1 ince v yakali kazak
1 bogazli penye
1 alttan citcitli badi
1 kot pantolon
1 cift yün tozluk
1 uzun tayt
2 kalin corap
2 ince kulotlu corap
2 cift eldiven

bir de kirmizi yün atkim var ama onu kullanabilecegime pek emin degilim. olmadi belime sararim böbreklerimi ü$ütmem he mi yavruumm. $u anda hareket etmekte zorlaniyorum, zaten montla kabani giyince a$iri giydirilmis ilkokul cocugu gibi kollarim acik kaliyor. kur$un yesem ölmem sanirim. yine de denemeyelim.

son olarak da:


 bence ü$ümeyecegim..

not: ozan buraya kadar okuduysan gel yanaklarindan öpücem lan. aralari atladin biliyorum ama olsun.

15 Ocak 2013 Salı

äege ile mutlu son

satici web sitesini bezdirerek gönderilmesini sagladigim ikinci makine bu sabah geldi. kargo elemanlari yoldan "yarim saate geliyoruz" diye aradiklarinda "lütfen makineyi ambalajindan cikarmak icin beni bekleyin, ben asagi geleyim" dedim. öyle de yaptik. bu kez adamlar acmadan önce beni uyarip güzelce izah ettiler, "bak acicaz bunun icinden de su cikacak" diye. üretici firma makineleri ambalajlamadan önce basinc testi vs'den geciririken bunlari bi güzel yukardan asagidan, icerden disardan suluyormus. "allah allah ambalajlandiktan sonra icinde suyla ööyle aylarca satilmayi bekliyor demek" diye sasirdim ama "e sorun degil simdi gördüm ya tamamen ambalajli ve yeni oldugunu, buyrun acin" dedim. amcalar makineyi yukari getirip digerini aldilar, bir de müsteri istegi üzerine baglantiyi yapmak durumunda olduklarini ve bu spesifik müsterinin bunu cok istedigini görünce biraz bozuldular ama asagi yukari 10 dakika sonra yeni makinemiz su aliyoo oleeeyy diyerekten test edilmekteydi.

ilk bo$ calisma sirasinda biraz camindan baktim da adeta hipnotize oldum. hic bos calisan makine görmemisim, acayip bir temizlik havasi hakim. ilk calistirmada yarim doz da deterjan koymak gerekiyormus, öyle olunca makinenin icinde yuvarlanip duran köpük dalgalarindan baska bir sey yok. saatlerce izleyebilirim. ama bu kez fotografini cekmekle yetindim. ilerde acar bakarim. hadibe'den sonra gönül bagiyla baglandigim ikinci bir beyaz esyam oldu.

sirada ne var? zeyneb'den alip getirdigimiz buzdolabi yerine yerlesecek, ev süpürülüp toparlanacak, fotograflari cekilecek ve ese dosta ve bittabi yeni kiraciya gönderilecek.

aaaa yeni kiraci! isvecli :D

10 Ocak 2013 Perşembe

garip akiminin öncülerinden ranable

biliyorsunuz postacinin pasaportumu kimlik olarak kabul etmemesi, telefon sirketinin internetimi 6 ayda yeni adresime tasiyamamasi üstelik ayrilmaya kalktigimda bu 6 ayin parasini istemesi sonucu avukatlik olmamiz, yedigim cezayi (ödeyebilseydim 3 euro filan tutacakti) ödeme israrlarimi kabul etmeyen deutsche bahn görevlisi yüzünden bu sefer de db ile avukatlik olmamiz, unitymedia'dan internet hizmeti satin almak icin yalvarmama ragmen adamlarin nuh deyip peygamber dememesi gibi tatli sert ve hatta sacmasapan olaylar basima gelmemi$ degil. durum böyleyken nasil oluyor da bir hizmeti kullanir, bir sey satin alirken herseyin yolunda gidecegini hala düsünebiliyorum, ona inanmak güc.

bu ay ev arkadasim evden ayriliyor. onun bu mutlu gününde (cok daha güzel bir sehirde, cok daha güzel bir is buldu) bana düsen de "anaa buzdolabim yok, anaaa camasir makinem de yok, anaa koltuk gitti, masa da yok nerede yemek yiyecegiz?" gibi sorular ve sorunlarla ugrasmak oldu. uzun ugraslar, detayli excel tabolarindan sonra bana en uygun gelen yikama-kurutma makinesini (türkcesi ne la bunun? kurutmali camasir makinesi imis, ibret olsun diye dursun bu böyle) internetten siparis ettim. zaten eksik esyalari alayim derken cepte para kalmamis diye biraz daha pahali olmasina ragmen taksitle alabilecegim bir web sitesini tercih ettim. taksitleri alet geldikten 1 ay sonra ödemeye baslayacagim diye tam seviniyordum ki adamlar "sen hele bir 150 euro yatir baalim delüanlu" dediler. tipime bakip begenmemis olacaklar. neyse olabilir böyle seyler dedim parayi yatirdim. onlar da "hadi $u gün gelip getirecegiz makinani, yine iyisin" deyip sirtimi sivazladilar.

nitekim makine dün geldi. 2 kargo elemani öglen dedikleri saat araligi icinde geldiler, makineyi banyoya kadar götürdüler (sonradan ögrendim ki eski makine takili olmasaymis yenisini direk baglayacaklarmis). baktilar ki baglayamayacaklar adam imzalamam gereken kagidi burnuma dayadi hemen imzalayayim da gitsinler diye. bu arada ben makinenin niye tamamen ambalajsiz olarak geldigini anlamaya calisiyordum. bir de onlara sorayim dedim. "biz onu sizin icin cikardik" dediler (bkz: yedik onu biz). bunlari konusurken alindi kagidi hala burnumun ucunda sallaniyordu. "bir dur be adam, bir bakayim dogru makineyi mi getirdiniz ne getirdiniz belli degil" minvalinde atarlandim. o da iyice yüzsüz gibi "dogru dogru" diyerek kagidi burnumdan iceri soktu. ben de kagidi cikarip imzaladim mecburen. o arada atik su hortumunu görüp, temiz su hortumunu göremeyince adamin arkasindan onu bagirdim. "icinde icinde" (cem yilmaz'i anmadan gecemem) diye bagirip uzaklasti.

adamlar gidince ilk $oku atlatip cihazi bir inceledim. makinenin ici bildigin bugulu damlali islakti. iyi ki adamlar gitmeden soramadim, ya "daha yeni donlarimizi yikadik da geldik?" diyelerdi ne yapardim? arkadaki hortumu cikarip salladigimda dibinden su akmasiyla süphelerim de onaylanmis oldu. makine belli ki kisa süre önce calistirilmisti.

to be continued...