11 Kasım 2010 Perşembe

boktan hisler korosu

icimde sarkilar türküler söylüyor.

türkiye'yle ilgim alakam yurt disinda oldugum süre icinde cok degisti. sadece haberleri takip etmekten, olan biteni bilmekten bahsetmiyorum. bir iki haber sitesi hala kisayol cubugunda, eksisözlük hala en cok okudugum sey ama bircok seyden bihaberim. asil, ailem, arkadaslarim, tanidiklarim vs ile olan bagim degisti en cok. daha dogrusu kendisini en cok hissettiren degisim o. bu baglamda kendimi yillardir essek gibi calisip, asgari ücret alir gibi hissediyordum. sonunda greve gittim galiba!

beni az cok taniyan herkes, ne acayip sosyal bi insan oldugumdan, ne kadar cok arkadasim, esim, dostum oldugundan ve bunlara yetismek icin kendimi nasil paraladigimdan haberdardir. yani uzun seneler boyunca bu böyleydi. almanya'da ilk yillarimda dogru dürüst iki cift laf etmek icin haftasonlari yüzlerce kilometre yol gitmelerim, hic tanimadigim insanlarla bulusup aradan pirlanta gibi dostluklar edinmelerim, türkiye'deki yakin arkadaslarimi, cesitli sülale bireylerini mümkünse her ay telefonla yoklayip, her sene en az 2 kez kosa kosa memlekete gitmelerim, orada oldugum kisacik sürelerde herkesi göreyim, kimse eksik kalmasin diye kendimi paralamalarim filan. bunlari böyle oldugu icin yaziyorum, ne övülecek, ne sövülecek bir durum var ortada. ki zaten kalmadi hicbiri, dolayisiyla yorgan gitti kavga bitti.

tek basima yasarken ev telefonu aldim, yurda gectigimde o hat kapandi diye ev numarali bir cep hatti daha aldim, ki türkiye ile görüsmek istedigimde, oradan birileri beni aramak istediginde faturalarimiz ucmasin. o ilk birkac sene de hakikaten her bayramda, her özel günde, durduk yere, aradim durdum. annanemle dedemden baska bir allahin kulu aradi mi peki beni? yoo! ne kadar artik umursamiyorum desem de gücüme gidiyor yahu!

bir de afra tafralari bitmez "sen artik dönmezsin, vay sen gelmezsin". neye geleyim kürek kafa? hangi birinize geleyim? nasi sinirlenmisim ya? yillardir!

ögretmenim üzülüyoruz.


not: daha yazacaklarim vardi ama o bile icimden gelmiyor. evet hassasiyet doruk noktasinda. allahtan kadin milleticek bir mazeretimiz var da, arada böyle ileri geri konusmamiza bir mazeret oluyor..

9 Kasım 2010 Salı

chipperfield postasi ii

tanimadiginiz, tanimayacaginiz insanlarin özel hayatlarini gözler önüne serme terbiyesizligine devam!

10 ay boyunca hafta ici her gün 11-15 arasi, kimi zaman aksamlari ve haftasonu da calistigim pub the boot'a gelen $ekil $ekil müsteriler yüzünden yüzümden kahkaha ve $a$kinlik silinmedi bir kere. pazartesi sendromu diye bir sey sözkonusu bile degildi, cünkü pazartesi öglenleri hazirliklarimi yapip dükkani acmak icin kilidi cevirdigimde ilk müsterilerim kapinin önünde bekliyor olurdu. bir pazartesi grubu vardi ki, evlere senlik. köyümüzün kasabi michael. michael tuvalete gider gitmez bana kas göz isaretiyle "michael'da acayip para var, sana yapalim mi?" diyen don. volvo'sunun motor kapaginda daima kirmizi bir cicek tasiyan cürük disli david. benim türk oldugumu bilmeden sertab'in eurovision birinciligi hakkinda atip tutan, durumu ögrenince "sictim de mi?" diyen iskoc. "brandynize buz ister misiniz?" diye sormama "brandyyi sadece aptallar buzla icer!" diyen huysuz ihtiyar.. yas ortalamasini oldukca düsüren michael 40 yaslarindaydi, öyle söyliyim de siz anlayin nasil bir ekip oldugunu. öglen 2-3'e kadar pint pint lagerlari, alelari götürür sarhos sarhos evlerinin yolunu tutarlardi.

sonradan farkettim ki don beni bosuna michael'a yamamaya calismiyormus, michael hakkaten yarim milyon pound sahibi ama isimdeyim gücümdeyim tribinde süper bi insanmis. bi gün koccaman ama cok eski evine misafir gittigimde, bahcede büyük büyük dedesinin ilk kasap dükkani ve üst katinda le$ gibi minicik bir yasam alani olan ilk gayrimenkulünü göstermisti. simdi düsünüyorum da adam kasap, gereginden fazla sakin ve sessiz, gel sana dedemin tükanini göstereyim diye beni tenha ve izbe bir yapiya sokmus. masallah bana!!

simdi bunu düsününce asil psikopatlara gitti aklim, michael melek gibi adamdi zira. pubimiza sarap getiren distribütör kadincagiz beni pek sevip ogluna arkadaslik etmem icin adeta pervane olmustu cevremde. sonra vaziyet anlasildi. oglu evden hic cikmayan asosyalin biri oldugu ve ben hayir demeyi bilmeyen bir gerzeklik timsali oldugum icin bir aksam misafirlige gittim. evleri köyün oldukca disinda ücra toprak bir yoldaydi. gece vakti bir allahin kulunu bulamayacagin, bulsan direk topuklaman gereken yerler yani. hep beraber oturduk caydi kahveydi icildi. sonra elemanla projektörle duvara yansittigi bi film izledik. zaten ortalik dvd'den gecilmiyordu. evden cikmayan gencimiz kendini dvd'ye, blockbuster'a vermisti. izledigimiz film men in black mi neydi? filmi degil, ben asil o filmin nasil bittigini hatirlamiyorum. daldan dala atlayan, neyden bahsettigi belli olmayan eleman en son ayak masaji konusunda brifing verirken "ben artik kalkayim" dedim. evde cit cikmiyor, anne baba nereye gitmis diye düsünerek, her an arkamdan ayak sesi bekleyerek ciktim arabaya ilerledim, sonra da vinnn diye uzadim. sevgili arabam beni birinden kacirmisti ama bir baska seferde de psikopatin membagini ayagima getirmisti..

cok yakinda! (uykusuzluktan ölüyorum valla, yoksa hemen yazacaktim)

28 Ekim 2010 Perşembe

memleketimden insan manzaralari ii

buralarda karsilastigim cins cins insandan bahsetmeye devam edeyim. cins cins dediysem $ikayetci oldugum anlasilmasin, türlü türlü anlaminda söylüyorum. türlü türlü deyince bacak kadar boyu var, türlü türlü huyu var lafi aklima geliyor, o yüzden bi durakliyorum. ay söylemis bulundum zaten..

simdi gecenlerde bahsettigim issiz gücsüz amcadan sonra, son derece olagan ama ayni zamanda enteresan ruhr pott insanlariyla tanismaya devam ettim. son hakkim olan bir sinav icin debelendigim bir sirada, o sinavi gectiginden haberdar oldugum bir ögrenciden yardim istedim. adam önce bana son derece düzenli olan ders notlarini verdi, sonra beni hic tanimadan evinde misafir edip 3 saat ders anlatti. daha garibi ben orada oturmaktayken kapinin calinip üst kat komsularinin ikimizi yemege davet etmesi ve benim 40 yillik ahbapligimiz varmis gibi bu sevimli alman ailesinin mutfaginda pizza yiyip cene calma serefine nail olmamdi. yiyip ictik, asagi inip derse devam ettik, sonra ben o sinavi gectim.

gecenlerde de baska bir cins alman ailesi ile karsilastim. buradaki cins anladiginiz anlamda cins olabilir. istasyonda banliyö treni beklerken yaklasik 2 ve 3 yaslarindaki iki kiziyla muhabbet etmekte olan genc bir adama rastladim. kizlardan biri "asansör bozulmus" dedi, cünkü kapinin arasinda kalan bir cöp kapinin kapanmasini önlüyor ve kapi sürekli kapanip aciliyordu. babasi gidip cöpü kapinin arasindan ittirdi, kapi kapandi. dönüp kizina "bak gördün mü, bozuk degil hala calisiyor. iste babanin verdigi vergilerin bo$a gitmemesi icin böyle seylere dikkat etmemiz gerekiyor, bu cihazlar bozulursa biz ödüyoruz yavrucugum" dedi. simdi "bu almanlar neden böyleler?" sorusunun cevabi biraz daha netlesti sanirim.

:|

25 Ekim 2010 Pazartesi

chipperfield postasi

size bundan 8 yil önce, 22 eylül günü ingiltere'ye ucusumla baslayan chipperfield macerami anlatmaya karar verdim. durduk yere degil, anlatmaya degecek seyler oldugunu düsündügümden. hatirladigimda hala $a$irdigim, üzüldügüm, kahkahayla güldügüm bir ton $ey.. bugün koca dünyayla ilgili kafamda var olan biiir sürü $eyin $ekillendigi veya $ekillenmeye basladigi yer bi kac bin kisilik bir köymü$. aslinda niyetim nasil gittim, ne yaptim, ne gördüm'ü anlatmak degil, cünkü daha ilginc hikayeler dinledim orda. cok $ansli oldugum icin mi, yoksa ingiliz köyleri her zaman böyle entrikali, enteresan hikayeli yerler oldugundan midir bilmem, simdi düsündügümde cok garip seyler duymus görmüsüm diyorum.

ilk garip hikayemiz biraz dram, biraz a$k, biraz kader kismet iceriyor. türün sevenleri icin, yanlarinda kaldigim kocaman ailenin hikayesi:

2 katli, 7 odali, ve 2 banyolu, kocaman bir salon, kocaman bir mutfak ve kocaman bahceli bir evde oturuyoruz. evin her odasi dolu. evimizin annesi bertha, babasi robert. evin cocuklari bertha'nin 2 kizi ile robert'in 3 kizi. ben de ablayim. bu kocaman ailenin bir araya gelis hikayesini parca parca ögrenip bir araya getirebildigimde aradan epey zaman gecmisti ama degdi.

bir kac hafta icinde bertha'nin ilk kocasindan ayrildigini, adamin sorumsuz, dandik bir tip oldugunu kizlariyla fazla ilgilenmemesinden ve bertha'nin ufak tefek söylenmelerinden cikartmistim. robert'in e$ini nasil kaybettigini ise cok sonra ögrendim.

bir gün robert son derece teatral bir sekilde bertha ile tanismalarini anlatmisti, hatta ben de bu sevdigim hikayeyi sözlüge yazmistim. dur bir daha anlatayim. bertha her ne kadar kendine oldukca güvenen, ne istedigini bilen bir kadinsa da, bir gün ne akla hizmetse kendine e$ bulmak icin gazeteye ilan verir (töbe yarappim). bertha'nin verdigi ilani gören robert, "aha ne güzel, tam bana göre bi kadinmis" demesine ragmen bu ilan milan i$lerine inanmadigi icin gazeteyi cöpe atar (biravo). ertesi aksam -kizlari mi kafasini mikti ne olduysa- yalnizlik canina iyice tak eden robert'in aklina tekrar bertha'nin ilani gelir (yapma?). yagmur altinda, sokaga cikardigi cöpü karistirarak gazeteyi bulur, üzerindeki spaghetti yiginini elleriyle siyirir (buralari abartmak icin söyledigi surat ifadesinden belliydi, hinzir seni) ve ilani alip eve girer. ertesi gün bertha'yi arar ve bulusmaya karar verirler. kisa süre icinde de birlikte yasamaya karar verip kendi evlerini satarlar, bahsettigim kocaman evi satin alip iki evin esyasini buraya tikar ve 18, 17, 15, 12, 8 yaslarindaki kizlariyla kocaman bir aile olarak yasamaya baslarlar..

robert'in manik depresif karisinin evlilikleri boyunca mücadele etmek zorunda olduklari ruh hastaliklari, kizlari henüz oldukca ufakken kadinin evlerinde kendini asarak intihar etmesi ve onu okuldan dönen kizlarinin bulmasi bu güzel hikayenin karanlik kö$esi. zaten yumu$acik bi adam olan robert'in 3 kizini tek basina büyütmek zorunda kalmasi ve kizlarinin hissedebilecegi en ufak bir üzüntüyü, eksikligi ortadan kaldirmak icin onlari biraz olsun simartmis olmasi bu olayi ögrendigimde hic garip gelmemisti. aslina bakarsaniz kizlar oldukca saglamdi, sadece o zamanlar annelerini hatirlayamayacak kadar kücük olan en genc kizin ucariliklari bazen sorun oluyordu ama sanirim o da erkek arkadasiyla 1 yillik bir dünya turuna cikip döndükten sonra sakinlemis :|

zaten ingilizlerin bu 30 yasina gelene kadar her boku yemis olma olayindan bezmistim ordayken. bir tane de denemedigin uyusturucu, gitmedigin ülke, yemedigin bok kalsin arkadasim!!

bugünlük bu kadar!

notlar:
1) ki$i isimlerini degistirdim.
2) fotograf calistigim the boot isimli pub'in önünden. üzerimdeki yagmurlugu taniyana 100 bin lira veriyorum!

23 Eylül 2010 Perşembe

memleketimden insan manzaralari

türkiye'den döndügüm hafta ilk i$ günlerimden birinde s-bahn'da (banliyö treni) yol soran bir adamla karsilastim. gidecegi sokak bizim sirketin sokagiydi, hangi durakta inmesi gerektigini bilmiyordu. nerede inecegini söyledim, hatta "inince beraber yürüyelim, cünkü sokagi bulmaniz zaman alir" dedim, yürümeye basladik.

uyku sersemliginin disinda, daha bir kac gün önce türkiye'de minimum kiyafetin bile sikinti verdigi sicaklari yasarken, o sabah üzerimde bir montla, hafif hafif yagmus atistirdigi icin hic tanimadigim, ama yolumu paylastigim bir amcanin kocaman semsiyesinin altinda yürüyor olmak iyice afallatmisti beni. orta yasli adam, ekose kargo pantolonu ve biyigiyla, elindeki kocaman yesil semsiyesiyle bir scotland yard memurunu andiriyordu. neyse ki isler iyice sürreale baglamadan amca beni silkeleyip kendime getirdi. sözün gelisi.

yolda ne is yaptigimi ögrenince, "sizin islerde iyi para var diyorlar" dedi elbette. ben de "bize öyle bir bilgi gelmedi" dedim. "biz de sikintidayiz" demeye kalmadan amca hayatini özetleyiverdi bir cirpida "50 yasindayim. 45 yasinda 29 yillik isimden atildim. sonra arbeitsamt (alman is ve isci bulma kurumu) beni yeni bir meslek ögrenmem icin tekrar egitime* soktu.3 yillik egitimin sonunda bana yeni meslegimle dahi bir i$ bulamadilar. karimin calisip kazandigiyla gecinmek zorundayiz, onun yeterli kazandigini söyleyip bana issizlik parasi da vermiyorlar. simdi de bu aradigim adreste yine bir egitim seminerine gidiyorum, ne ise yarayacaksa?"

adama verecek bir cevabim yoktu, neyse ki sokaga gelmistik. o günkü egitiminde iyi eglenceler ve basarilar diledim, o da bana isyerimde.

fotograf: dortmund dew (elektrik su isleri) binasi önünden

18 Eylül 2010 Cumartesi

sonbahar

anlatacaklarim var, ama öncelikle "enjoy autumn!"
nerden buldum derseniz: thisisnthappiness.com! eser de max estes'inmis.

27 Ağustos 2010 Cuma

17 agustos

şu böcekli rüyayi yazdigim son yazi var ya, onu 17 agustos'ta sabaha karsi yazmisim. şu sevilmeyen tarih. işte o gün efendi babam* öldü. rüyadan sonra ben tekrar uyumadan sabah oldu, kalkip toparlandim, bir gece önce karar verdigim gibi ucaga atlayip evin yolunu tuttum. 8'e dogru ucagim izmir'e inerken efendi babam da yola cikmis. ona yetisemedim ama bir saat degil, bir gün önce de gitsem komada görecekmisim onu. ucaktan inip dogrudan hastanenin yolunu tuttum, onu bir kez daha görüp veda edecek firsatim da oldu böylece. günlerce, belki aylar, yillarca sürecek bir vedanin baslangici oldu o ya da. diplomami aldigim gün, fransizca bir kitabi bastan sona okudugum, bir enstrümani güzel caldigim, bir insana minicik bir sey ögrettigim her gün o yanimda olacak. sacimi siki bir topuz yaptigimda gözlerim cekiklesince onun görse neselenecegini bilecegim, tek ayagimi bir tabureye uzattigimda, elimde tornavida cekic bir işe giristigimde, kulagima klasik müzik calindigi her an aklimda olacak.

ardi köyünden bir süper çocuk, bir süper dede olmuş. torunlari onunla gurur duyuyor.

* annemin babasina biz torunlarinin efendi baba dedigi yetmiyormus gibi, annannem de mösyö derdi (:

17 Ağustos 2010 Salı

gregi samsi

rüya tabirlerine inanmam, ama rüyalarin birer anlami olduguna inanirim. fakat kocaman berbat bi böcegin ben yerde yatarken cevremde turladigi, sonunda ters donup igrenc bir tepkimeyle kanat cikarttigi -upgrade oldugu- ruyanin bir anlami varsa da, ben onun..

belki de bu sabah uyanip kendimi dev bir böcege dönüsmüs olarak bulmadigima sükretmeliyim.

27 Temmuz 2010 Salı

mahsun ibo izzet alişan özcan

simdiki gibi yogun zamanlarda, nete sadece $öyle bir bakinip cikmak mümkün oldugunda.. gmail*, sözlük*, facebook*, twitter*, ntvmsnbc*'yi son hizla gecerek neler varmi$ diye $öyle bir bakip, birilerinin hayatinda önemli bir vukuat varsa ondan haberdar olmak, yoksa yüze bir gülücük kondurmak mümkün. son zamanlarda en uzun süre takildiklarim uykusuz'un facebook'a koydugu karikatürler ve alex'in tweetleri. portekizce mi ögrensem diye düsünmeye basladim ama sanirim güzel olanlar zaten türkce olanlar.

dünden arka arkaya iki inci:

"üzgünüm benim Türkçe."
... hemen arkasindan ...
"goruşuruz!!! şimdi idmar var."

((: yirin!

27 Haziran 2010 Pazar

nacido de las cenizas

"hep soyle bir film cekmeyi hayal ettim. filmin yan karakterleri baska filmlerdeki karakterlerden olusacak ve taniyabilelim diye de ayni oyuncular tarafindan oynanacak. mesela bowling salonunda filmin asil karakterlerinin arka planinda the big lebowski'deki jesus*'u atesli atesli bowling oynarken gorecegiz [1]. bara gelen asil karakterlerimiz biralarini isterlerken arkalarinda before sunrise'dan jesse* ve celine* tilt oynuyor olacak [2,3]. ya da amelie'nin calistigi restoranda yemek yerlerken [4] yanlarindaki masada jesse ve celine yemek yiyor olacaklar [5]. ya da koprunun bir tarafinda onlar dalmisken birbirlerine [6], obur tarafinda da jesse ile celine muhabbete dalmis olacak [7].

asil karakterler vapurun arkasinda gunes ve ruzgarla otururken [8] onlerindeki sirada los lunes al sol'deki aylaklar oturuyor olacak [9].

sinemaya girmek icin sirada beklerlerken iki onlerinde annie hall'daki alvy* ve annie* konusuyor olacak [10].

asil karakterler manzarali bir bankta sarilmis otururlarken [11] hemen yandaki bankta uzak'taki mahmut abi* oturuyor olacak [12].

ucsuz bucaksiz manzarali yollarda basi bos giderken [13] icinde thelma ve louise'in oldugu ustu acik bir arabayi sollayacaklar [14].

kutba yakin cografyalarda ordan oraya sekerlerken [15,16] kutup cizgisi asiklari'ndaki ana'yi iskemlesini suyun kenarina koymus otto'yu beklerken gorecekler [17,18,19].

ha bu filmin ana karakterleri mi kim? ben ve sen [20]. konusu mu ne? yukardakilerin hepsi. fatih akin tadinda bir yol hikayesi. ama biraz aksiyon da var. yanardag falan patliyor. iste bu noktada pierce brosnan dante's peak'teki haliyle gorunebilir bir sahnede [21]. ama bir sirrim var. bu film cekildi. 24 gibi gercek zamanli olarak hem de. hatta bitmedi, devam ediyor. ne zaman mi basladi? baya bir zaman once tam da bu gun. filmin baslangic sahnesi o. the truman show'daki truman*'in bebeklik hali de bu sahnede arkada bir yerde gorunebilir [22].

soundtrack'inde marti, yagmur, gunes, ruzgar ve kuzgun sesleri var.

kovboy filmlerinde duello sahnelerinde ruzgarla birlikte sahnenin orta yerinden yuvarlanarak gecen cali toplari olur ya. onlardan da var bu filmde. hem de iki tane, pesi sira. bu sahnede de dolls'a [23], ano natsu ichiban shizukana umi'ye [24] ve hatta filmin kendisine gonderme var."

o.'nun dogumgünü hediyesi (:

23 Haziran 2010 Çarşamba

zeynep / özlem & umut - stockholm

yahu daha isvec faslinin sonuna gelemedim ama o zamandan bu yana eindhoven, izmir, paris ve berlin gezileri gecmis basimdan. niye bir sey yazamadigim da ortaya cikti böylece.

kaldigim yerden devam edeyim bir an evvel de sira öbürlerine de gelsin. 24.04 cumartesi zeynep'i karsilayip onur'u yolcu ettikten sonra önce hizli bir stockholm turu yaptik. gamla stan, city hall, tyska kyrka ve elbette ki vasa'ya gittik. bu kez rehberligi ben ele aldim ve vasa'nin yamulusunu göstermek icin yana dogru egilmek suretiyle elde olan tüm teknolojik imkanlari kullanarak kendisine bir sunum yaptim. sunumum cok begenilince tekrar yamuldum. bir daha istesin yine yaparim!

ertesi gün de metroyudu otobüsüdü derken vaxholm'e vardik. dedikleri kadar tatli bir sayfiye yeriymis. ama kalesi henüz insancil bir mevsimde olmadigimiz icin tüm diger sehir disi atraksiyonlar gibi kapaliydi. yine de aksama kadar o bank senin bu bank benim, "pattiz yiyelim mi?", "bira icelim mi?", "oo dondurma!!" derken aksam oldu ve biz bu kez harika bi tekne gezisiyle geri döndük. vaxholm'ün highlight'i da „eksküz mi? kuc yu teyk e pikcir ovaz pliiz?“ soruma „tabii ki cekerim, ben de sizden rica edecektim“ diye cevap veren abla ve enteresan saz arkadaslari oldu.

zeynep'i yolcu ettikten sonra misafirsiz gecirecegim 4 günü calisarak ve tembellik ederek gecirdim. zaten hava o bir kac gün boyunca o kadar kötüydü ki, möja'ya gitmek icin davrandigim her sabah gipgri bir gökyüzü üsengecligime yolda$ oldu, ben de evde oturdum. cuma ögleden sonra umut ve özlem'le bulusup esyalarini istasyona birakmak icin zorlu bir mücadele verdik. kirmizi bavulunu kilitlemeyi unutan talihsiz $ahsa burdan tekrar tesekkür ediyorum.

sehir merkezinde kisa bir turun ardindan ben kütüphaneye vermem gereken kitap yüzünden son kez okula gittim. kütüphane kapaliydi ama elim bos dönmedim, dönüs icin otobüs duraklarini ararken ilhan koman'in da vinci adamina rastladim.

kizlarla ilk aksamimizi her sene 30 nisan'i 1 mayis'a baglayan gece walpurgis night denen bahar kutlamalarinda gecirmeye karar vermistik. bir nevi nevruz. stockholmlüler bu geceyi skansen'in tepesinde kocccaaman bir ates yakarak sarkilar türküler esliginde kutluyorlardi. bahardan henüz eser yoktu ama tüm ögleden sonrayi skansen'in börtüsü böcegi, atraksiyonlu kulübeleri icinde gecirdik. cok güzel fotograflar cekip, bankaya gitmeye üsendigimizden cebimizdeki üc be$ kuru$la acayip seyler yedik (:

ertesi günü kizlarla yine klasik bir sehir turuyla gecirip aksam götgatan üzerindeki mest bar'da keyfe basladik. elbette 3 güzel hatun gören isvec'in yagiz delikanlilari bos durmayip gelip nereli oldugumuzu, ne yaptigimizi vs sordular. türk oldugumuzu ögrenen adamlardan birinin ilk lafi "en büyük trabzonspor!" olunca hem sasirdim, hem de cok güldüm. tabi kelime dagarciklari bununla sinirli degildi, "e$$oglue$$ek"ten "naber lan?"a genis bir yelpazede sohbet etme olanagi bulduk. gencleri savdiktan sonra sirada gamla stan'da canli müzik vardi. adini hatirlamadigim irish pub'da neseli bir irlandali grup calip söylemekteydi. müzige eslik etmemiz icin bizi dürtükleyen adamin dükkanin sahibi ortaya ciktiginda gayet leziz bir mekanda oldugumuza iyice kani oldum. neticede tam da olmasi gerektigi gibi yedik ictik, gece ekspresiyle de evimize döndük.

son günümüzde benim de daha önce yapmadigim bir seyi yapip stadtshuset'in kulesine ciktik. günesli nefis bir günde daha güzel zaman geciremezdik sanirim. oradan cikip gec de olsa moderna museet'e gittik. stockholm'de daha önce yapmadigim bir seyi daha yapmis oldum böylece. cikista oldukca aheste sekilde gezmeye devam edip aksamüstü kizlarla ayrildik. onlar selcuk'la bulusmaya gittiler, ben de eve gidip esyalarimi toparlamaya devam ettim. eve gitmeden bir sigara iceyim diye indigim su kenarina oturduktan 1 dakika sonra önümde balik tutmakta olan cocugun na böyle kafam kadar bir balik tutmasini da anmadan gecemeyecegim. kisfmetli bi insanim yaaa! (: geceyi kizlarla esya toplayip, temizlik yaparak ve hayal kadar güzel bir sise sarapla gecirdik (:

dönüs yolu aslinda bambaska bir maceranin konusu cünkü 5 parca ve 50 kilodan olusan bir yükle, toplam 21 saat süren,  kopenhag'da 4-5 saat gezintili bir yolculuktu. kopenhag'i size daha önce anlattigim icin gezimin sadece highlight'larini yazayim:

* trende bizim kompartmanla ilgilenen görevlinin hakan isminde dortmund'lu bir genc cikmasi ve seyahat boyunca bana hem arkadaslik edip, hem bir sürü güzellik yapmasi. arada okulda karsilasiyoruz, daha yemek borcum var ona (:
* kopenhag'daki saatlerimin yine maksimum faydayla gecmesi, görmedigim bir seyler görüp, eskici bir amcayla tarzanca anlasarak cok tatli bir kumas almam. (kumasi ne yapacagima hala karar verememem?)

iste böylece geldik isvec macerasinin sonuna..

bence hayir!

9 Haziran 2010 Çarşamba

onur - city hopping / $ehir sekmece

cumartesi araba kiralayip biraz sehir disina cikmaya karar verdik. öglen kiraladigimiz arabayla yola cikip stockholm'ün güneyine dogru yola düstük. otoyoldan fazla ilerlemeyip ara yollara girip buldugumuz ilk dogal parka daldik. dalmaz olaydik o neydi öyle ya?! düsündükce i$inlanasim geliyor. kücük köprülerle birbirine bagli, agacli+kayali sayisiz adacik. kuytu bir yer bulup sahane bi kahvalti ettikten sonra (nutellali ekmek bir kac günün baslica ögünüydü) biraz island hopping yapip yola devam ettik. (duraklarimiz studsvik civari ve nyköping'in biraz kuzeyinde ringsö dogal yasam parki'na bakan kiyiymis muhtemelen.)

sehir namina ilk durak sanirim nyköping'di ve tüm geziler boyunca bizi hayal kirikligina ugratan tek sehirdi. durak desem de durmadik bile, belki de arabadan inip biraz kesif yapsaydik fikrimiz degisirdi ama simdilik böyle. ikinci durak norrköping'de isler degisti. daha arabadan iner inmez sehir hosumuza gitti. ilk 5 dakikada karsimiza cikan laser tag salonuna dalinca orada neredeyse 1 saat harcadik ama bence her kurusuna ve dakikasina degdi. kesinlikle herkese tavsiye ederim, o kadar zevkli bir sey ki antimiyitayistligi filan bir kenara birakip allah allah moduna giriyor insan. icimde bir survival hayvani oldugunu ögrenmek bir yandan hosuma gittiyse de, bir yandan da tirstim. canimizi kurtardiktan sonra sehri de biraz turladik, ilk fikrimiz degismedi, gayet de tatli bir yer.

sonraki durak örebro idi. sehir hjälmaren gölünün kiyisinda ama sehir merkezinde sadece kanallar var. kanallarin orta yerinde de kocaman tombalak bir kale. sehri de, kaleyi de acayip begendik. Kalenin rüzgar almayan? bir kenarina oturup müzik dinledik, kanaldaki iki kola $i$esinin arasina girmeye calisan bira kutusuna engel oldum, gururluyum. önümüzden ne$eyle yüzerek bir su samuru da gecti ne yalan söyliyim..

gece dönüsümüzü västerås üzerinden yaptik. orasi da hic fena bir yere benzemiyordu. biraz turlayip bir yerde oturup bir seyler ictik, ispanya liginden bir mac izledik. gecenin bir vakti de eve döndük.
Vasteras'ta denk geldigimiz mac: villarreal - atletico madrid (skor da 2-0 miydi emin degilim)
ozan'in bir kac gün önceki uyarisi olmasa pazar gününün programi az bir sey daha farkli olacakti sanirim. eyjafjallajökull co$up avrupa semalarini kül altinda biraktigi icin onur'un ucusunun olamayabilecegini önceden hatirlatip bizi uyandiran o olmustu. nitekim pazar günü kiraladigimiz arabayi teslim ettik ama, havaalanidir $udur budur hic orali olmadan gamla stan'i, st.klara kilisesini filan gezdik.

onur biletini carsamba'ya ertelemek zorunda kaldigi icin ikinci pazartesi hic vakit kaybetmeden bu kez iki günlük kiraladigimiz arabaya atlayip göteborg yönüne yollandik. yolda yine otoyoldan cikip daga ta$a vurduk kendimizi, bir dag basinda göl ararken ilk kez ingilizce konusmayan bir isvecli amcayla karsilastik. biz yol iz gecmeyen bir orman icinde buldugumuz kulübeleri kesfe cikmisken bizi farkedip, "napiyor bunlar?" diye kontrole geldi sanirim. amca arabasinda elmasini yerken bir yandan gevrek gevrek gülümseyerek bize hic anlamadigimiz bir seyler anlatti. ona veda edip yolumuza devam ettik.
o elma yiyen koylu amca isvecceyi ic anadolu koylusu sivesiyle konusuyordu.
sonraki durak cok mühim. isvec'in en fazla turist ceken yeri oldugunu bilmeden tesadüfen secip gittigimiz läckö kalesi su ana kadar gördügüm en güzel yerlerden biri/nde/ydi. vänern gölünün güney kiyisinda oyun hamurundan yapilmis gibi görünen kocaman beyaz bir kale ve önünde görüp görebilecegim en güzel manzaralardan biri vardi. o mevsimde ve günesin batmasina yakin bir saatte gittigimiz icin vardigimiz ilk anlarda ortalikta kimsenin olmamasi da o valhalla havasini baya artirdi sanirim. tarif edemeyecegim icin yine o cok sevdigim fotografi koyayim buraya.

her zamanki gibi günesin tepenin ardinda kaybolmasiyla donmaya baslamamiz bir oldu ve tekrar yola düstük. göteborg'a dogru yol üzerinde ozan'in cok güzel 1 yilini gecirdigi trollhättan'a ugramak istiyordum. aslinda bir yengec olarak niyetim sadece ozan'in cok sevdigi bir yeri görüp ona bir kac resim götürmekti. sehrin/barajin o kadar güzel oldugunu bilseydim zaten direk programa alirmisim. ozan efendi sehirden bahsederken hic öyle heybetli kayalardan, vadilerden, yemyesil sulardan bahsetmemisti. barajin kapaklarinin acilip sularin vadiye hücum ettigi bir gün yine görmek isterim oralari.

trollhättan'a girince arabayla biraz turlayip bol kanalli bir sehir oldugunu idrak ettikten sonra arabayi sehir merkezine parkedip yiyecek bir seyler bulmak ve bu sehirde kalinir mi yoksa göteborg'a devam mi edilir diye bir fikir edinmek icin ana alisveris caddesine girdik. varisimiz gece 10'u buldugu icin sehirde in cin top atiyordu. ozan zaten o saatte yemek yiyecek yer sordugumuzda telefonda üstümüze gülmüstü ama bir allahin kulunu göremeyince ben yine de sasirdim. ilk gördügümüz otele, hotel bele'ye girip bir sansimizi deneyelim dedik. sonradan adinin ulrika oldugunu ögrendigimiz sevimli ev sahibesi bizi karsilayip güzel bir fiyattan sahane bir oda verdi, üstelik otelden yemek yemek icin cikip kös kös geri döndügümüzde bize elcagizlariyla sandvicler, caylar hazirlayip ikram etti. o kadar ac ve yorgunduk ki kadini sarilip öpebilirdik. ama kendimize mukayyet olduk, sadece cennete gitmesini garanti edecek kadar duva ettik kendisi icin. sabah kahvaltimizi da otelde ettikten sonra baraja gidip orada tahminimizden cok daha fazla zaman gecirdik. öglene dogru ancak göteborg yoluna cikmistik

göteborg hakikaten cok sevilecek kadar güzel ve kendine has bir sehirmis. yine de ben stockholm'ümü hic bir yere degismem ama olsun hihih. orayla ilgili aklimda bir sürü görüntü var ama pek olay yok. ku$lara ekmek atisim, upuzun merdivenleri cikisimiz, adamin birinin chalmers sokaginin önünden gectikten 30 saniye sonra bize o sokagin yerini sormasi ve bizim 40 yillik göteborg'lu gibi göstermemiz var ama hala akimda (:

göteborg'da yeterince vakit geciremeden (neye göre kime göre) dönüs yoluna ciktik. yola tam jönköping'e sampiyonlar ligi yari finaline yetisecek sekilde ciktik. sehre varinca arabayla $öyle bir dolasip ilk buldugumuz irish pub'a girdik. güzel bir yemek esliginde barcelona'nin inter'e 3-1 yenilmesini izleyip kös kös (bu benim) tekrar yola ciktik. gecenin bir vakti eve varip küt diye uyumusuzdur herhalde, ya ne olacagidi?

ertesi gün bir kez daha arabayi europcar'a, onur'un ucusunu küllere teslim edip sonraki birkac gün yine stockholm icinde takildik. sanirim. cünkü fotograflar burada bitiyor. ondan sonra sadece tarhana corbasi, biftek ve cipura görünüyor resimlerde. bu da 3 gün daha gecirdik demek oluyor ama o kisim icin biraz daha yardim almam lazim sanirim. ha benim hayatimdan cok memnun olarak uyudugum sinema filmi vardi mesela o arada. clash of the titans'i izlemeyin. hele 3 boyutlu, hic kasmayin.
..carsamba gunu hava kapaliydi, evde kaldik sanirim. persembe gunu cikip ogleyin yehova sahitlerinin brosurunu buldugumuz bankta gunes panellerini acip biraz sarj olduk. yeraltindaki kafede sen birseyler ictin, ben tatli yedim. orda buldugumuz dergi ustunden sen sizin su resimli mesimli oyun kartlarini falan anlattin bana. sonra cikip systembolaget bankasinda siraya girdik. (r: bu cumaydi) ikinci sinemaya gidisimiz carsamba aksami miydi acaba. cunku persembe degildi. hmmm.. 
hakkaten $u systembolaget macerasi ilgincti. isvec'te herhangi bir dükkandan alkollü icecek satin almak mümkün degil. alelade bir marketten alsan alsan düsük alkollü bira alirsin. bu adi gecen dükkanlar da oldukca kisitli saatlerde hizmet veriyor. haftaici 6-7'ye haftasonu öglene kadar vs. öyle gece yarisi tekele gider gibi cikip icki bulunamiyor yani sokaklarda. bu gittigimiz dükkan gördügüm diger market benzeri systembolagetler gibi de degildi. iceri girip bankalardaki gibi bir cihazdan sira numarasi alip dikiliyorsun. sira olayi mühim, zira bize sira gelmesine daha 60 kisi vardi ilk numara aldigimizda. beklerken vitrinlerden ve koca dergi boyutlarinda bir katalogdan satin almak istedigin ickilerin kod numarasina bakiyorsun. siran gelince de kuzu kuzu alip cikiyorsun. belki de dükkan gamla stan'in ortasinda oldugu ve cuma aksami insanlarin alkol satin alma orani fazla oldugu icin yarim saatten cok bekledik orada iki sise sarap alacagiz diye. bizim icin turistik bir olaydi ama her hafta cekilmez dogrusu. yoksa?

ikinci sthlm cikartmasinda ilk misafirin sonuna geldik, esen kalin!

7 Haziran 2010 Pazartesi

onur - stockholm

isvec'teki ilk hafta hemen hareketli basladi zaten ve su ana kadar da öyle gitti galiba. nadiren de olsa insanca seyahat etmek isteyip isvec'e germanwings ile uctuguma hala memnunum. ucakta da cok nadir olan bir sey oldu, yanima sohbeti ho$ birisi oturdu. alman, hatta bayernli dememek lazim inene kadar acayip güzel sohbet ettik. otobüs ile gidilebilecek ucuz ve uzun yolu degil arlanda express'i tercih ettigime de hala memnunum. nitekim haberim olmayan bir ögrenci indirimi varmis ve sevgili isve$liler biletimi degistirmeme seve seve yardimci olarak ülkeye adimimi attigim an yüzümü güldürdüler.

ilk günüm pazartesiydi, ben de misafir hazirligi olarak cali$tim.. ki misafirim geldiginde gezecek bol bol vaktimiz olsun. çok iyi de olmu$ çok güzel iyi olmu$ tamam mı? nitekim onur geldikten sonra yerimde oturdugum tek bir gün var, o da yine calismak zorunda olusumdan. nereleri gezdik, naptik filan fotograflara bakarak bir siralamaya calisayim. ha bu arada benim fotograf makinemi almanya'da unutmus olmam, onur'un da kendisininkini getirmemesi iyi mi oldu kötü mü emin degilim. kendi makinemin yanimda olmayisina bazen cok hayiflandim ama, olsaydi da japon turist havasina girip gördüklerimin bu kadar zevkini cikartamazdim belki. sonradan zigi sagolsun pesimden gönderdi makinemi de stockholm ve vaxholm'de güzel fotolar cekebildim. ama onlara daha sonra gelecegiz.

onur'la pazartesi (12.04) aksamüstü okulun kütüpanesinde ilk kez bulusup prof.m ile cene calarak sehir merkezine kadar gittik. ondan ayrildiktan sonra kisa bir tur atip $ikir $ikir bir mekanda bir seyler ictik diye hatirliyorum.
o: coook garip bir sey farkettim: stockholm, dortmund ve st. goar bulusmalarimizla ilgili olarak. ucunun de ortak noktasi biz ikimiz disinda bir kisinin daha hep orda olmasi. kim acaba? :)
r: ben prof. m ile yol masraflarini kiri$sam büyük kâra gecerim HA!
ondan önce ne yedigimizi hatirlamiyorum ama bak.. yemedim mi ya yoksa? yok canim?!
o: ilk yemek yedigimiz yer, sinemanin ordaki  garsonun turk ciktigi yerdi. sen bi sandvic yemistin sanki.
r: dogru, ben burger yemistim. bir de türk abi $ikir $ikir almancasiyla $a$irtmi$ti beni.
fotograflara bakilirsa ertesi gün onur otelindeki kiral dairesini birakip esyalarini getirip bana biraktiktan sonra belediye binasini ve gamla stan'i gezmisiz. belediye diyince de ne dandik duruyor, stadshuset diyim bari. en iyisi siz resme bakin. o günden en net parlamentonun oralarda dona dona benim sigara keyfimi bekledigimizi ve harita üzerinde ne nedir muhabbeti yaptigimizi hatirliyorum.

sonraki gün, carsamba da, skansen'i ve vasa'yi gezdik. skansen'de türlü heyvanatla icli disli olduk. zaten tüm seyahat boyunca böyleydi bu. skansen'in highlight'i sanirim elinde palamut $eysiyle ($u anda beynimin durmasindan mütevellit emin olmak icin "palamut agac miydi, balik miydi" diye sordum orta yere, babam uykusunda "ikisi de var" diye cevap verdi.) ko$arken önümüzde durup saniyelerce bize bakan, tam fotografini cekecekken firlayip toz olan sincapcikti. bir de bankta oturdugumuz yer. oralardaki sami köyünde onur'dan "hayat"in anlamini ögrendim. heyecanlanmayin hemen ya, balkon gibi, teras gibi biseymis heheh.

vasa'nin kendisi canim cigerim zaten (: bu arada artik ben de bir cok vasa vänner'den biriyim. yani vasa'nin bir arkadasiyim. yillik kartimi aldigim icin artik iceri elimi kolumu sallaya sallaya girmeme, hatta bir misafirimi indirimli getirmeme izin veriyorlar. ben de sizi seviyoruumm.. o gün onur icerde rehberle gezerken ben ozan'la basladigim resme devam ettim. sonra vasa'nin kafesi erken kapandigi icin mola verip bir seyler icmek icin disari ciktik fakat geri dönmedik. burdan kendisinden (vasa'dan) özür diliyorum. ki sonradan kendimi affettirmek icin 2 kere daha firsatim oldu zaten.

fotograflar beni yaniltmiyorsa (not enough memory) ertesi gün de sehrin biraz disindaki drottningholm sarayi'na gittik. yolculuk oldukca rahatti, sarayin cevresi de gayet güzeldi ama saray ziyarete kapaliydi. zaten $u birkac haftada isvec'te mayisa kadar hayatin baslamadigini iyice kavradim. ordan aklimda kalanlar yanli$ topa giri$im, gandalf asam, sarayin biraz gerisindeki kulenin dibine oturup müzik dinleyisimiz, o kulenin duvarindaki yazilar ve sarayin kirik camlari.

cuma benim calismam gerektigi icin onur öglene dogru armémuseum'a ve moderna museet'e gitti tek basina. fotograflara bakilirsa baya eglenmis. ilkinde vikinglerle ilgili pek düdük bir kac parca esyadan baska bir sey olmayisina sasirmis. müzenin orasina burasina denenmesi icin koyulan türlü türlü savas kiyafetini giyip defile yapmis. ikinci müzede fotograf cekmenin yasak oldugunu cikmaya dogru farketmesi de gayet isabet olmus. cikista da bir takim martilarla ahbaplik etmis.

bitti mi sandiniz? HA! HA!

prolog

en son nerde kaldigimizi bile unuttum ama bir yerden baslamak lazim canim. ortalikta yokken az zamanda cok ve büyük isler basardim. haa ne basardin diyecek olursaniz hic i$te: ekseriyetle gezme tozma, cok güzel yerler görüp, güzel seyler yiyip icme, güzel zaman gecirme. bundan iyisi de zor yani.

atip tutuyorum ama bir yandan da simdi bu yaziyi yazdigim yerin ege üniversitesi hastanesi kalp damar cerrahi bölümünün bir odasi olmasi da var. bir kac hafta önce babamin bir ba$dönmesi ve gögüs sikintisiyla baslayan maceramiz mutlu sona dogru gidiyor. önce anjiyo, sali günü de baybars derken manen zor olan kisim bitti, diger kisim basladi. o da bir is yaptigimizdan degil ama sürekli hareket halinde olup ayak islerini yoluna koymaya calismamizdan. baba al su ic. baba püsküüt yer misin? ana dis macununu unutmusuz. hem$irânim ate$? ta$ikardi ne demek? ben bulasik süngeri almaya gidiyorum. hem$irânim agri kesici? baba öksür bakalim. oo ho$geldiniz. baba x'in selami var. iyi iyi gayet iyi, dinleniyor simdi. esem-mat getir unutma. baba aci var mi aci? (yok o kadar e$$ek degiliz henüz, kovalar zaten adam) anlayacaginiz biz rahatladik ama babamin rahat etmesine daha biraz var. "ben bunun bu kadar zor olacagini bilseydim" olmazdim diye bir iddiasi var. aklinizda olsun, bi kere o sigarayi indir mesela.

son zamanlarin bundan öncesi daha tatli ama yazmayali o kadar zaman gecmis, arada o kadar cok sey olmus ki bir özet yapmaya kalksam bile paragraflarca yazarim. amaan sabaha kadar vaktim var yaa ister fasikül yazarim ister ansiklopedi, hele bir baslayayim bakalim. kaldigimiz yer almanya molasindan sonra isvec'e dönüsüm dersek tutar bence.

16 Nisan 2010 Cuma

emo

gmail haberlesmesi:

"..ben temmuz 3 dedin mi istanbul surlarini zorlarim arkadas. 10 temmuzda mi ne duygu'nun dügünü varmis, ona gelip bi ta$la yok, bir ucusla bütün sülaleyi vurmayi planliyorum. lan bu da terör plani gibi oldu, ucagi dügün salonuna mi indiricem nolacak anlamadim.."

"Terör, uçak muçak dedin bizi de pentagonun listesine soktun yani able, daha da bişey demiyorum. Aha pentagon da dedik, tamam oldu."

hah blogu da soktum galiba. biravo..

8 Nisan 2010 Perşembe

hocam ne derse o!

haberlerim var,

bugün derslerle ilgili bir takim mevzular icin m. efendi ile görüstüm. nisan'da ortalikta olmayacagim icin derslerden izin almaya calisiyordum, hic problem etmedi sagolsun. stockholm'de olacagimi duyunca "ben de yarin gidiyorum" dedi. "aa" dedim "haberim var, bir arkadasim da katilacak sizin o allenkollü i$lere" (bilenler topla$ip gömülü sistemlerle ilgili mü$ahadede bulunacaklarmis, bilmeyenlere bir sey anlatmayacaklarmis. girip ben de dinleyeyim diyorum, para istiyo koca koca adamlar!) neyse, "haftasonu da mzrmnasd'a gidiyorum" dedi. "efendim? ben hic gitmedim öyle bi yere, orasi nedir?" dedim. möja adasi'na gidiyormus, daha önce de cocuklariyla gitmis, cok sevmis. "gel bak" dedi acti tarayicidan google maps'i, önce adanin yerini, sonra nasil ulasilabildigini (sehir merkezinden 2,5 saat sürüyormus), nerede kalinabilecegini gösterdi. "yaniniza yiyecek bir seyler alin yoksa ac kalma ihtimaliniz var. bu mevsimde her yer cok erken kapaniyor. para götürmeyi de unutmayin, banka otomati yok. bisikletle adanin bir ucundan bir ucuna gezmek zevkli oluyor." gibi ipuclari verdi. "gidin gezin, gelince begenip begenmediginizi söylersiniz" dedi. eh simdi koca profesör adam, git gez diyorsa boynum kildan incedir diye düsünüyorum. hem cok acilmadan, hem sehir disinda; istenirse aksam kalinabilecek, istenmezse kalinmayabilecek bir yer gibi görünüyor.

haftaya bunu bir deneme yapmak gerekir gibime geliyore.

28 Mart 2010 Pazar

üzüm

kiki kucagimda.

tuvaleti kokuyor, yerler hep kum, ortalik biraktigimdan daha daginik sanki. ya da o bahsettigim e$ya fazlasi üzerime geliyor. ama kiki kucagimda (:

ayakkabilarimi bile cikarmadim daha. aslinda eve gelip esyalari birakir birakmaz üstümü ve ayakkabilarimi degistirip tekrar ciktim. önce hatice'ye, birkac saat sonra özgür'le cevahir'e yemege, ordan beraber kerstin'le melvin'e.. o kadar yorgunum ki kalkip yatmaya üseniyorum.

dünki $arkiyla ilgili bir diyecegim daha var, "biz seninle bir salkimin iki asik üzümüyken, ba$ka $i$elerde $arap olmu$uz" diyor. gülesim geliyor hep bu sözleri düsününce. biz seninle bir fidanin güller acan daliyiz gibi o ne? (: üzüm üzüme baka baka kararir diyorum ben de. ben daha da kararmak istemiyorum, kahve/ye$il üzüm olmak istiyorum. üzüm gözler gibi (: bkz. annecim (:

27 Mart 2010 Cumartesi

gidi$? dönü$?

stockholm'de ilk ayimin son gecesi. yarin yine güzel evimde kiki'yle uyuyacagima seviniyorum, buraya dönecegime de. bu gidi$in de en cok dönü$ünü sevecegim sanirim. 1 ay hepimize cok kisa geldi. göz acip kapayana kadar gecti bak.

kendi kendime sakin bir ay gecirdim, her ani ho$uma gitti. umutsuz sinav hazirliklari, sirketteki proje sunumunun acelesi filan, sinir stres olmasi gerektigi kadar vardi elbette. evimden gezmek icin ciktigim 4 gün oldu. 2'si ozan'la dolu dolu gecirdigimiz haftasonu. her bulusmamizda oldugu gibi cok güzel bir haftasonu gecirdik. cok gezdik tozduk, buz üzerinde bile yürüdük! daha neler neler..

1 pazar günü yine ozan'in taaa oralardan(hollanda) gaziyla uppsala'ya gittim. ilk kez isvec'in baska bir sehrine gitmis oldum. sehrin kendisi degil ama gamla uppsala denen bölgesi beni dehsete düsürdü. bu gidisle bu ülkenin in cin top oynayan bir köyüne yerlesirsem sasirmayin. o kadar sakin, o kadar güzeldi ki her sey, insan dondugunu hissetmez ölür manzarayi izlerken (: resimler oradan.

1 aksam da barcelona'nin sampiyonlar ligi macini izlemek icin disari cikip yine mutlu döndüm evime.

evim diyorum ya, buradaki kücük dairemin resimlerini de cektim ama daha bilgisayara atma firsatim olmadi. gereken her seyim var. almanya'da ne kadar cok ve gereksiz esyam oldugunu farkettim ama artik cok gec (: 

artik yavas yavas müzik dinlemeye basladim ya, bugün bu acidan da degisik bir aksam oldu. ozan feri'den kendisine gelen bir sarkiyi pasladi bana. ikisine de tesekkür eder öperim burdan. sanirim 1 saattir arkada sürekli caliyor. 10uncu dinleyisten sonra sözlerini bile dinledim. yolculuk hazirliklari bittikten sonra penceremden ictigim son sigaraya cok güzel eslik etti. simdi de ben uyuyana kadar mirildanacak herhalde kulagima.

biz seninle
bir denizin
iki asik baligiyken
baska sularda
yüzüp durmusuz
baska kiyilara vurmusuz

eflatun - $arap

9 Mart 2010 Salı

valhalla'dan notlar

* okul valhallavägen'de. valhalla, iskandinav mitolojisinde ölen kahramanlarin götürüldügü büyük bir salon. odin orda savasta ölen kahramanlarin yarisini topluyor ki kiyamet günü (ragnarok) geldiginde kendisi icin sava$sinlar. bu arada da vur patlasin, cal oynasin.. bir nevi cennet. neyse efendim okulun valhalla yolu diye bir sokakta olmasi cok hosuma gidiyor. türkiye'de bir yerlerde sirat köprüsü diye bir köprü olsaydi ho$ olmaz miydi?

* bugün bina görevlisi ile kisa bir gerginlik yasadik ama tatliya baglayacagiz sanirim. kaloriferlerim yanmiyor diye sikayette bulundum, adamcagiz bu sabah geldi bakti icerisi 23 derece.
 
- "e tabi yanmaz, 20 dereceye düstügünde otomatik devreye giriyor bu radyatörler" dedi. ben de,
+ "my beautiful friend, since i came here, i haven't seen this heating warm, do you think it's normal?" dedim. ("güzel kardesim, geldigimden beri bir kez olsun ilik görmedim ben bu kaloriferleri, normal mi sizce?") "now the sun's shining in like a cabbage, of course it is 23 degrees! come and see it at night. come to the exit!" didim. ("simdi kabak gibi günes vuruyor iceri, tabi ki 23 derece olacak. sen gel aksam gör burayi. cikisa gel!")

o da sonunda odanin sicakligini 24 saat boyunca ölcecek bir minik dalga birakmaya razi oldu. bu arada sekil 1 a penceremin manzarasi. kalorifer konusundaki israrimi belki daha iyi anlarsiniz diye koyuyorum (:

* teeh 2 yil önce hediye edilmis cizim defterim ve kalemlerimi ilk kez vasa müzesinde kullanmaya basladim. bakalim gerisi gelecek mi. vasa da yetmezse hicbir sey yetmez zaten tekrar cizdirmeye. bana yeniden resimler cizdiren gemi (:

2 Mart 2010 Salı

isvecre

her türk insaninin, hatta ne türk’ü, neredeyse tanidigim tüm avrupalilarin da hayatinda en az bir kere yapmis oldugu bir hata isvec ve isvicre’yi karistirmak.

- isvec hangisiydi ya?
- iyice soguk olan.

isvicre nedense bize daha tanidik, daha yakin, adi gecti mi herkesin aklina ya saat, ya cukulata, ya daglar, ya heidi, en cok da kara para & gizli hesaplar gelir ama isvec deyince soguk ve uzak bir memleketten baska cok bir sey canlanmaz cogumuzun gözünde. amaaa ama ya benim gözümde? :p

neyse o konuda yillardir basinizin etini yedim zaten, gerekiyorsa buyrun burdan yakalim. ama bana kalirsa gerekmez. surda biz bizeyiz neticede (:

efendim sonunda allem ettim kallem ettim turistlikten baska bir sifatla kendimi stockholm’e attim. aylarca ugrastiran kagit-kürek, organizasyon, hazirlik vs. islerinden sonra exchange ögrenci kisvesi altinda KTH elektronik mühendisligi bölümünde islemlerimi yapacak ofisin acilmasini bekliyorum. sicak sicak (:

...

hemen basliyorum 1 mart 2010 itibariyle baslayan maceralarima: cok konforlu, hatta düdük niederrhein havaalanina yaptigim en stressiz yolculugun sonunda, ryanair beni sasirtarak bagajlarimi kilosuna bakmadan hop diye aldi. ucakta en önemli kagitlari(kabul belgesi, ders secimleri vs) koydugum dosyayi evde unuttugumu farkettim. neyse hatice’ye is cikti herhalde diyerek düsünmemeye calistim. o tipide kanatlar oyuncak gibi sallanirken ucagin düseceginden hic bu kadar emin olmamistim ama yine de cok rahat indik. ve stockholm sehir merkezine gidecek olan otobüse kendimi atmamla otobüsün kalkmasi bir oldu.

t-centralen'e vardigimizda cebimde bir sürü euro ve önceki seyahatlerden kalma 70 kronla önemli bir secim yapmak durumunda kaldim. param ya burger king'de bir menüye veya bagajlarimi birakmayi planladigim kilitli dolaplara yetiyordu. cünkü eurolari degisecek ofislerin tümü kapaliydi. karnim cok ac olmasina ragmen gayet kisa süre düsündükten sonra esyalari birakmaya karar verip dolaplarin basina geldim. nasil oluyormus bakayim derken bir de ne göreyim. bozuk para üstü verilen kücük gözde bir 10 kron beni bekliyor. (: bu ulvi 10 kron tabi ki mali durumumu degistirmeye yetmeyecekti ama bana herseyin yolunda gidecegini haber veren kücük bir göz kirpi$i gibi geldi o anda. (ayni anda batili ve batil inancli olunabiliyor mu acaba? keh keh..)

neyse efendim gecenin 11'inde sadece el cantam ve bilgisayarimi alip önceki seyahatimden kalan son 1 metro bileti ile slussen'e varip, karlar arasinda sigarami tüttüre tüttüre ailemizin hostelleri rygerfjord ve red boat mälaren'in bulundugu söder mälarstrand'a yollandim. bu iki hostel de stockholm'ün en merkezi yerlerinden birine, slussen'e yürüme mesafesinde, su üzerindeki teknelerden olusuyor. son gelisimde yer ayirtip kalmadigim red boat'a daldim, 3 ispanyol kizla paylastigim minik kamarada güzel bir uyku cektim. (1'i 20 gece kizlardan birinin kayip telefonunun bulundugunu haber veren polis telefonunu saymazsak. adam bi de simdi gelip alacak misiniz diye sordu, acaba gercekten polis miydi? descartes bize her seyden süphe etmemizi ögütlemistir. hicbir seyden süphe etmedigim günler ne güzelmis.. :)

sabah kahvaltimi da hostelde yaptiktan sonra (gece o kadar ac kaldiktan sonra haketmistim canim) okulun yolunu tuttum. bu arada okula telefon edip önemli sandigim belgeleri evde unutmamin sorun olmayacagini ögrendigim icin biraz daha sallanarak ve keyif icinde gidebildim.

okulda hicbir sorunla karsilasmadan evimin anahtarini aldim, kahvemi sigarami icip, bölümdeki koordinatörlerimle tanistim, gerekli imzalari attim, belgeleri aldim. bu arada ingilizce'den cok almanca konustum! burda herkes alman yav!? daha sabah hostel'de kahvalti ederken cantalarimi iki alman kiza emanet etmistim, okulda da koordinatörlerden biri ve memurlardan bazilari alman cikti. koordinatörlerden digeri de türk oldugu icin ofiste bir ara tam bir dil kaosu yasandi ((: iceri ilk girdigimde frau schubert'le almanca konusmaya basladik, sonra oguzhan girdiginde türkce selamlastik, onlar kendi aralarinda isvecce konusmaya basladilar, derken her ücümüzün de anladigi tek ortak dil olan ingilizce'de bulusmayi basardik! (:

ay yine uzattikca uzattim, neticede ana istasyondan esyalarimi alip, trene atlayip yeni yuvama ulastim. ama o fleminsberg tren istasyonundan yurda kadar normalde 5 dakika sürecek yolu 40 kilo esyayla 45 dakikaya gelisim var kii.. onu ne ben anlatayim ne siz okuyun.. o bile nesemi kacirmadi, hafif kar yagisi altinda hic canimi sikmadan atlattigim bir güc gösterisi oldu ((:

sonra komsularla ilk tanisma, ilk alisveris ve yemek.. kollarim ve bacaklarimda acayip bir yorgunlukla mis gibi yatagimda yaziyorum bunlari. simdilik hersey cok yolunda. dünden beri "ya her sey bu kadar iyi gidemez, simdi düsüp pekmezi akitacagim herhalde" diyorum sürekli ((:

daha bitmedi, öyle kolay degil.. fotograflar ve kahramanimizin diger maceralari bir sonraki fasikülde.. (:

23 Şubat 2010 Salı

kökö

 
ali$mam lazim.

19 Şubat 2010 Cuma

yapilacak i$ var, yapilmayacak i$ var!

update: bak hangilerini yaptim hangilerini yapmadim..

sinavlar $imdilik bitti, i$ten gücten de normal bir vakitte eve gelebildigime göre bu aksam baslayan bir bucuk günlük mola maratonu(?) süresince yapilmasi gerekenler listesi:
  • en az 1 film, 2 bölüm dizi izlenecek (film izlemedim ama acayip cok dizi izledim, bence oldu)
  • bit pazarinda satilacak ivir zivir düzenlenecek (yek yeaa, el bile sürmedim)
  • crouching tiger, hidden dragon'un magara sahnesinde elemanin kiza söyledigi türkce $arki bulunup "giziiil kiiiz" diye saatlerce gülünecek (film diskte yokmus, cd'lerden de bulmaya üsendim, ama bunu bi ara yapmam lazim cünkü internette de o sahne yok)
  • 4 makine camasir yikanacak, kurutulacak (3 makinede bitti fiyuvv)
  • kiki'nin tuvaleti temizlenecek (ohoo 2 kez hem de)
  • woanderslust'un template'i yeniden yapilacak (öhö, bi arkaplan resmi buldum ama!)
  • pazar günü mac izlemeye gelecek misafirler icin evin eli yüzü düzeltilecek, alisveris yapilacak (iste bunu cok güzel yaptim, hatta hem cumartesi hem pazar geldi misafir)
  • ders notlari ayiklanacak (yek yeaaa)
  • isve$'e götürülecekler dü$ünülecek, ama muhtemelen el bile sürülmeyecek (güzel düsündüm hakkaten, hatta camasirlari katlarken bi kismini ayirdim bile)
  • kitap okunacak! (wasntme)
hemen ba$liyim, anca!

not: allah kimseyi alkolizmin ve alkoligin eline dü$ürmesin..
o:  laaaaaaaaaaan
me:  ay zıkkıımm
        icip icip bagiriyo tepemde
o:  aahahhahaha
     ay rana koptum yaaaaaaaaaa
me:  hahahahhaha

16 Şubat 2010 Salı

handle with care



Russian submarine Kursk explosion
Kursk faciasi

ülen haftalardir ilk kez dersi erken bitirdik(22:00hihih), güle oynaya eve geldim, yatmadan bi de $u linke bakayim demez olaydim. neyse simdi sherlock toparlar beni..

iyi geceler!

10 Şubat 2010 Çarşamba

run forrest ruunn!!

aslinda ingilizcede böyle bi kelimeyi uzatma olayi yok yav, ne yazik!

o kadar cok sey oldu ki, oluyor ki, o kadar zamanim yok ki iki satir bisey yazmaya, o yüzden 30 satir yazacagim galiba. bi nefes almis olmak icin.

noldu?
  • ozan deutsche bahn sponsorlugunda 2 haftada 2 kez ziyarete geldi. asagidaki sanat eserimi de onunla bir bochum keyfi esnasinda yarattim (:
  • sinemada soul kitchen ve ejder kapani'ni izledim. özellikle ilkini mutlaka izlemenizi öneririm. digeri de csi miesay sevenler icin gayet güzel. kenancigim, ugurcugum, nejatcigim filan da var ooo.. bu arada ceyda düvenci'yi gercekten begendigim ilk yapim da oldu kendisi, enteresan.
  • sinav haftasi geldi catti, o gelene kadar projeyle staji hallettim, iki ders gectim bile. laylaylaaay..
  • i$yerinde asp.net ögrenmek zorunda kaldim, ben de ssk sponsorlugunda oldukca hizli bir sekilde daldim icine. yeni ofisin ne$esi hala gecmedi zaten. 
  • bu dönem girecegim 7 sinavi cok güzel bir sekilde 2 aya yaydim. 3'üne önümüzdeki 1 haftada girmek üzere. cok güzel yayamamis miyim lan yoksa? böyle söyleyince sacma geldi.. ((:
  • stockholm planimi patronla konusup ok aldim. "yürü git ülen nereye gidiyosan, sonra dön gel!" dedi.
  • sthlm'de ziyaretime gelecek olan siz sevgili vatandaslari yoldan cikarma calismalari basladi, kimisinde simdiden muvaffak oldum.
  • "okulu bu sene bitirecekmisim gibi gelme" duygusu sürüyor, daha ne olsun..
 
arkasina da mutlu akü ekolünden birseyler yazip Vogelpothsweg sechsundneunsik'e postalamisim ahahaha unutmustum bile..

27 Ocak 2010 Çarşamba

mutlu akü



$u siritmam bi gecsin anlaticam.. ya da ne gecicek ya, gecmesin, böylece siritarak gidip yaticam ben az sonra. bugün yepyeni dockers cantam ampülden yandi, 4 euro büyüklügünde siyah bir delik oldu altinda, yapmam gereken i$lerin yarisini bile yapamadim, yarin -dün haberim olan- bi sözlüm var, proje hala bitmedi, cebimde 2 euro 70 cent var..

ama cok mutluyum ya. en kötü günümüz böyle ossun mu? ossun.

yok icmedim (:

bi kere heeer yeeerde kaar vaaarrr, ay neyse (: bi kere her ne kadar yerden bitme ampülleri cantami yaksa da, yeni ofise bayiliyorum. sonra aksam i$ten cikip dev kadro enverlerde yedigimiz yemek, kakarakikiri, üstüne özgür'le izledigimiz soul kitchen! onun da üstüne istasyondaki büfeden tek sigara alip (30 cent oraya gitti) trenin kalkmasini beklerken onu tüttürmek.. onlara da bayildim. $imdi burdan ne neyin gidasi filan ona hic girmeyeyim, midem ezinmeden* siritarak gidip yatayim.

öptüm!

dumb and dumber
x canim ne istedi bilion mu
     yimirtali ekmek :)
     ustune bole yapyagli ezineyi de koycan
     anaaaaaaaaaaaaam
y ohaa
     allahtan ezinen filan yok
     ezinmek
     ezindim
     midem ezindi


24 Ocak 2010 Pazar

rüya

salih'in kulaklari cinlasin, yine manyakoglumanyak bi rüya gördüm. gecen gün hatice'yle ezgi'ye anlatmam bile 10 dakka sürdü, hazirlayin kendinizi..

rüyamizin ba$inda cevahir'le(esas kiz) bir cafede oturmus muhabbet ederek özgür'ü(figüran!) bekliyoruz, 4 kisilik masamizda 2 kisilik yer bo$. iceri giren izbandut boyutlu birkac adam(bad guys) manidar baki$larla gelip masamiza yerlesiyorlar. adamlardan birinin(esas orospu cocugu) cevahir'e baki$lari hic hosuma gitmiyor. "ya baska yer mi yoktu? hadi kalkip baska masaya gecelim" diyorum, cevahir'le götün götün uzaklasiyoruz o masadan. fakat ne fayda!? adam uzaktan uzaktan cevahir'i kesmeye devam ediyor. ben de killanmaya. "ay özgür gelse de kurtulsak, simdi herifler yine damlayacak" derken macera basliyor..

nasil oluyorsa adam hakikaten niyeti iyice bozup bir sekilde özgür'ü ortadan kaldirmayi basariyor. valla hic sormayin utaniyorum ama üzülecek vaktimiz bile olmuyor cevahir'le canimizi kurtarmaya calisirken. adam kafayi cevahir'e takmis, önüne cikani temizleyerek geliyo serefsiz. ben cok dexter izlemekten olsa gerek haince bi plan kurup adami kadinlar tuvaletine cekmeyi basariyorum. adam cevahir'i bulmak umuduyla iceri girecek, ben de nasil yapacaksam saklandigim yerden cikip halledecegim i$i. hiyaragasinin iceri girmesine az zaman kala kafama dank ediyor, "ulan herif benim iki katim, napicam tokat mi aticam herifi ortadan kaldirmak icin?" diye düsünmeye basliyorum. bu arada hizir gibi iki kadin yetisiyor yardimima, birisi polismi$, bana yardim edeceklermi$. "sen geri dur bakalim" diyorlar. icim rahatliyor, tuvaletin arka tarafina dogru kadin polisin arkasinda beklemeye basliyorum.

sonunda tuvaletin kapisi aralaniyor, ama iceriye bizim dangoz degil, evsiz, delimsirek bir herif giriyor. berbat di$lerini göstere göstere acayip bi sekilde gülerek elindeki kocaman hediye paketini tuvaletin girisindeki ilk kadina dogru uzatiyor. kadin polis kisa bir an $a$irdiktan sonra beni yere dogru ittirip üzerime kapaklaniyor o sirada hediye paketinde patlayan bombanin alevleri üzerimizden geciyor bile. ne yazik ki iki cesur yardimcim da, pis evsiz de ölüyor, o götelek de cevahir'i alip kaciyor.

hayir daha bitmedi!

bir sekilde adami ona karsi olmadigima, cevahir'le iliskilerine cok sicak baktigima (: inandirip kankalariymis gibi yanlarinda gezmeye basliyorum. cevahir'le birbirimize bakip bakip, nasil edip de kurtulacagiz diye düsünüyoruz bir yandan da. kadiköy-bostanci dolmu$uyla sahilden ilerlerken nasil oluyor da ayibaligi'na geliyoruz bilmiyorum ama, orada zor durumda olan baska kiz arkadaslarimi da görüyorum. zaten rüyaya bir anlam verebilmemi saglayan tek $ey bu sahne oldu. neyse daha cok ayrinti var ama uzatmayayim, yanlislikla icilen votkalar, cevahir'i sakladigim kalabalik cenaze evi, evin arkasindaki balkon kapisi derken cevahir'i bir sekilde kurtarmayi basariyoruz neticede. yine de nasi bi sikintiyla uyandim tahmin edersiniz.

ne kadar istesem de yardim edemedigim sevgili arkadaslarim! film olup rüyama girmeyin ulan!!! ((:

ps: lüffen "götün acik kalmi$"tan daha manali bi cif lafiniz varsa söyleyin, "izleme artik $u kriminel olaylari", "sen delirmi$sin" filan diyebilirsiniz mesela.

23 Ocak 2010 Cumartesi

herkes $ansli dogmuyor..

sonunda ta$indik. yeni ofisimiz tahmin ettigimden cok daha kûûl bi mekan cikti. ciddi ciddi "ulan dogru dürüst bi i$im gücüm oldugunda dortmund'da yasamak isteseydim böyle bi daire tutardim" diye düsündüm. bir ara fotograflarini cekeyim $öyle $ekil $ekil de görün. ta$inma fasli da cok eglenceli oldu. genclerin bi kismi masayi sandalyeyi $u itfaiye merdiveni gibi uzayan ta$iyiciya yükledi, biz de yukarda anam düstü düsecek diye heyecan firtinasi icinde indirdik.

tek sorun ofisin -6.katta olmasi degil- asansörü olmamasi. neyse spor yapamiyorum diye üzülmeye gerek kalmadi. sabah cik, mola verip in, bir sigara ic cik, yemege git gel, cik, ögleden sora bi sigara daha ic, yine cik derken, hesaplarima göre haftada 864 merdiven cikmis oluyorum. evet üsenmedim hesapladim.

kücükken merdiven sayma hastaligim cok daha fazlaydi. sik gittigim evlerin merdiven sayilarini hep bilirdim. bu arada gereksiz bir bilgi vereyim, bazi apartmanlarda ilk kata cikan merdivenlerde diger katlara cikanlardan 1 basamak fazla oluyor. tesadüf olamayacak kadar cok var bunlardan.

neyse bu arada bu aksam sözlüge baktim da, uzun zaman önce yazdigim bir yazi oylaninca yeniden okudum. buraya da kopyalamaya karar verdim. bo$ bo$ konu$maktan iyidir size ilginc bir hikaye anlatmis olmam. hakikaten cok acayip bir hikaye, hikaye diyorum ama ayip ediyorum aslen, cünkü 1'den fazla insanin trajedisi de denebilir. ben de bir belgeselde izleyip sonra internetlerde epeyce okumustum konuyu.

biraz edebiyat patlatmi$im ama, hisliyim ne de olsa, affedersiniz (:

yazmadan uyarmak isterim; insani hem sok eden, hem üzen, hem kizdiran bir öyküsü var bruce/brenda/david reimer'in. trajedisinde kendi payi ise sasirtici denecek kadar az..

1965'te amerika'da winnipeg'de brian'in ikiz kardesi olarak dünyaya geldi bruce. 8 aylikken nester yerine elektrikli igne kullanilarak yapilan sünnet operasyonlari sirasinda bruce'un penisi tamamen yandiginda, egitimsiz, korkmus, genc anne babasi cözüm icin baltimore'daki john hopkins hastanesine yönlendirildiler; büyük psikolog, dünyaca ünlü cinsiyet kimligi uzmani dr.john money'e.

dr.money bruce'un anne babasini cocugun penisi olmayan bir erkek olarak büyümesindense, gercek cinsiyetini bilmeyen bir kiz olarak büyütülmesi gerektigine inandirdi. yillardir savundugu "cinsiyetin dogaya degil, yetisme tarzina bagli oldugu" teorisini kanitlamak icin en güzel deney kapisina kadar gelmisti dr.money'nin. 18 aylikken bir operasyon daha gecirip testisleri de alindi bruce'un. böylece bruce, brenda oldu ve ne kendisi ne de ikizi brian yillarca gercegi ögrendiler.

ama tersliklerin ortaya cikmasi yillar almadi. kücük brenda daha 2 yasindayken cicili bicili elbiselerini yirtip, bebekleriyle oynamayi reddediyordu. kardesi brian'in oyuncaklarini gerekirse kaba kuvvetle alip onlarla oynamayi tercih ediyordu. okuldaki agresif davranislarindan hem kendisi hem cevresindekiler rahatsiz ve sikayetciydi.

ama dr.money'nin siki tembihleri yüzünden gercek kesinlikle gizli kalmaliydi ve brenda'nin sadece zor bir sürecte oldugu, yakinda düzelecegi telkin ediliyordu. bu sirada dr.money de bos durmuyor deneyin gidisati hakkinda bilimsel makaleler yazarak ne kadar basarili oldugunu anlatiyor, tebrikleri kabul ediyordu. reimer ailesinde ise durum bambaskaydi. sucluluk duygusu icindeki ebeveynlerden anne intihara tesebbüs etmis, baba alkolik olup cikmisti. ikiz kardesi brian bile problemliydi.

brenda gögüslerinin gelismesi, fazla tüylerinden arinmasi, fazla gelisen kaslarinin durdurulmasi icin sürekli östrojen almak zorundaydi. kiz kiyafetleri giyip, kiz gibi davranmasi beklenirken o aslinda bir terslik oldugunun farkindaydi.

"i tought i was an it."

14 yasina geldiginde sorunlar cig gibi büyümüs, yerel bir psikologun ikna etmesiyle anne babasi gercegi aciklamaya karar vermislerdi (bazi kaynaklara göre brenda'nin intihar girisimi sonucunda verilmisti bu karar). bruce/brenda gercegi ögrendiginde sucu anne babasinda degil, onlari yanlis yönlendiren doktorlarda bulmustu.

"suddenly it all made sense why i felt the way i did. i wasn't some sort of weirdo. i wasn't crazy."
"birdenbire neden öyle hissettigim anlam kazandi. bir cesit ucube degildim. deli degildim."

bruce/brenda kendine yeni bir isim -david- secerek biyolojik cinsiyetine dönmeye karar verdi. bir sira operasyonla östrojenle büyütülmüs gögüsleri alindi, transplantasyon ve plastik protezlerle yapay bir penis ve testisler yaratildi. testosteron tedavisiyle kas yapisi gelistirildi.

kaydettigi tüm gelismeye ragmen david depresyondaydi ve 20'li yaslarinin basinda iki kez intihara tesebbüs etmisti. hicbir zaman evlenemeyecegini düsünmesine ragmen 25 yasindayken cocuklu bir kadin olan jane ile evlendi.

operasyonlar ve evliliginden sonra david yepyeni bir insan oldu, ince yapisi ve yüzünde normalden daha az kil olmasi disinda yabancilarin onda fark edebilecegi cok az gariplik vardi. calistigi ve yasadigi yerde insanlar onu kabullenmislerdi.

ne yazik ki david'in basindan gecenleri tamamen unutmasi mümkün degildi ve özel hayatini da etkileyen sorunlari bitmiyordu.

ikiz kardesinin 2002'de yüksek dozda antidepresan ile ölümünün/intiharinin? ardindan 'david' yine bir depreyona gömüldü. aslinda brian'in degisimini hicbir zaman kabul edememesi yüzünden yabancilasmis olsalar da david ölümünden sonra sik sik brian'in mezarini ziyaret edip cicekler götürmeye baslamisti.

2004 yilinin mayis ayinda bir sabah jane isteyken, david evden tüfegini alarak arabasini bir marketin otoparkina parkettikten sonra tetigi cekti ve hayatina son verdi.

yazilanlara göre intiharinin arkasindaki sebepler cok cesitliydi. ailesinde intihar etmis/intihara tesebbüs etmis depresif bireyler vardi. yani bu zaten david'in genlerinde vardi. evliligi problemliydi ve kisa süre önce karisi bir süre ayrilmalari gerektigini söylemisti. son aylarinda issizdi ve mali problemleri vardi. elbette cocuklugunu ve bütün hayatini etkileyen kimlik karmasasi da yazilip cizildi ama nedense gerektigi kadar degil. aslina bakarsaniz bu tabloya göre david'in bu kadar uzun süre -38 yil- hayatta kalmasi daha sasirticiydi.

bruce reimer olarak dogup, brenda reimer olarak büyüyüp, david reimer olarak ölen bu cesur adamin hala hayatta ve mutlu olmasini dilerdim.

(ara: adalet* dünya*)
- aslinda bulamazsin.

(ranable, 17.06.2005 14:31)

böyleyken böyle..

11 Ocak 2010 Pazartesi

sit-com

$imdi efendim, bilenler bilir, ben oldugumdan biraz genc görünürüm. ehem.. afedersiniz ne $eyime derman bilmiyorum ama, iyi hissediyo insan kendini i$te. bugün de ezgi'nin dogum günü partisinde j isimli uzak dogulu ne$eli bi kizcagizle orjinali almanca olan komik bi diyalog gecti aramizda, kulaginiza küpe olsun diye yaziyorum:

...
r: ya ben yeni basladim sigaraya aslinda, 6 aydir iciyorum. bu yastan sonra baslamak da biraz sacma ama..
j: aa yeni mii? niye basladin yaa? kac yasindasin ki sen?
r: 30
j: neee? 20 gibi görünüyosun be (o da biraz abartti sagolsun), nasi olur ya? nasi böyle genc kaldin?
r: sigara icmedim..
...

(((:

7 Ocak 2010 Perşembe

ki$liklar

tam ortasındayım yağmurun
karın soğuğun ortasındayım

almanya'nin bembeyaz hali o kadar ho$uma gidiyor ki, türkiye'den geldim diye moralimin bozulmasina bile firsat vermiyor. pencereden bakmak bir gülücük, sokaga atilan her adim bir gülücük daha, el ayak degmemis bir beyazligin ortasina dalmak bir kahkaha. okula giderken fotograf makinem hep cantamda. her gün gördügüm, siradan saydigim her sey gözüme o kadar güzel görünüyor ki, anlamsiz anlamsiz fotograf cekiyorum habire.

nasıl da paylaşıyor insan isterse
nasıl da birmiş meğer hasretler

geldigimden beri yogunluktan da üzülmeye firsat bulamadim herhalde. uyumaya bile zar zor vakit bulurken, okula, i$e, ali$veri$e, doktora, oraya, buraya yeti$meye cali$irken aslinda bakiyorum yeti$meye cali$tigim $ey haftasonu. bunu da yap, sonra cok az kalacak diye diye persembeyi bitirdik, yarin da raporlu raporlu evden calisirim bol karli haftasonu da gelmis olur. kiki'yle pencere önü cicegi oluruz. pencere önü demisken, karin tek bir kötülügü oldu bana, penceremin önündeki sardunyalarimi öldürüvermis ben gelene kadar. eh ne yapalim, her seyin bir bedeli var vesselam.

nasıl da mecburmuşuz sabretmeye
sevmeye, öğrenmeye

tatilimi de anlatmak istiyorum ama es gecmek istemedigim o kadar cok sey var ki ben yine tam olsun diye erteleye erteleye yazamayip kurtulacagim herhalde. her sey cok cok güzeldi, elbette yine görmek istediklerimin hepsini göremedim, yemek istediklerimin hepsini yiyemedim (evet 3 ögün üstüste sögü$ yemi$ olabilirim ama yine de) evet yine de her sey cok güzeldi.

tam ortasındayım yolun
hmmm koşunun ortasındayım

$imdiden özledim. onlari alip dünyanin herhangi bir yerine bir arada koymak yeterli benim mutlu olmam icin. neyse ki cok zor degildi de yaptik. özellikle abimle gecirdigim zaman hic yetmiyor ki, sadece evde tembellik edebilmemiz veya plan yapmaya firsat kalmadan o an aklimiza geleni yapabilmemiz icin daha cok zaman gececek herhalde.

tam varıyorum ki hedefe
bir yenisi başlıyor

cok cali$tim cabaladim, artik i$ler biraz yoluna girer derken, yapilmasi gerekenler ve yapmak istenenler listesi o kadar uzun ki dü$ünmeye bile korkuyorum. en ba$ta patron stockholm kacamagima pek sicak bakmayacak gibi görünüyor. dün home office sultanligi artik bitiyor haberini aldik. sehir merkezinde bir büroya tasindigimizda öyle plajdan calisma, sagdan soldan hava atma imkanimiz da pek kalmayacak gibi görünüyor. okulda dersler, sinavlar biriktikce daha zor görünüyordu zaten, bu da tuz biber oldu. zaten cok istekle yaptigimdan emin degildim, simdi beni de yoldan cikaracak bu hainler. tam variyordum ya hedefe! (:

bu oyun hep aynı, değişmiyor
hâlâ devam hâlâ figân
hem de bile bile

izmir'de üzücü tek bir $ey oldu sanirim. ufuk ve eda'nin ölümünün üzerinden neredeyse 5 yil gecmis, katillerine birkac ömür boyu ceza verilmis. tam olarak her öldürdügü ki$i icin 1 ömür ve 1 ömür de bunu aklina bile getirebildigi icin, etti 6 müebbet. ceza konusuna hic girmeyeyim ama aileleri neler hissedebilir hic bilmiyorum. ben televizyonda dakikalarca aglayan anne babalarini, hele onlarin beraber gülerken cekilen videolarini görmeye dayanamadim. efendibabacigimi da korkutmusumdur birden hüngür hüngür aglayinca. abim vardi neyse ki pi$pi$ladi beni, ben normal hayatima döndüm. onlar hala ölü.

bugün okulda da kendi grubuma yetisemedigim icin tesadüfen girdigim bir dersin sonunda, o grubun ögrencisi oldugu icin o derste yapilan bir duyuru ayni $eyi yapti- daniel'in öldügünü ögrendim. gecen dönem beraber staj yapmistik, hatta o olmasaydi herhalde o stajin sonunu getiremezdim. benden oldukca kücüktü, cözdügü her soru icin cok artistlesirdi ben de gülerdim kendi kendime. ve iste simdi evimdeyim. biraz sonra yemek yiyip dexter seyredecegim, kikiyi sevip uyuyacagim..

nasıl da paylaşıyor insan isterse
nasıl da birmiş meğer hasretler
nasıl da mecburmuşuz sabretmeye
sevmeye, öğrenmeye...

mfö - tam ortasindayim

6 Ocak 2010 Çarşamba

alma çocuğun ahını..



sonunda korktuğum başına geldi.. çocuğun yani. bildiğin korkunç len bu film!

özlem kesin sevmiyo beni, paso şarkı türkü gönderiyodu zaten, bu son videoyla da her şey iyice açığa çıktı (: